MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 03.12.2011 00:41
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Müslümanlar dinlerini ciddi yaşadığı zaman yükselmişler
Salisen: İslâmiyeti Hıristiyan dinine kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır; o kıyas yanlıştır. Çünkü Avrupa dinine mutaassıb olduğu zaman medenî değildi; taassubu terk etti, medenîleşti.
Hem din onların içinde üç yüz sene muharebe-i dahiliyeyi intac etmiş. Müstebid zalimlerin elinde avâmı, fukarayı ve ehl-i fikri ezmeye vasıta olduğundan, onların umumunda muvakkaten dine karşı bir küsmek hasıl olmuştu. İslâmiyette ise, tarihler şahittir ki, bir defadan başka dahilî muharebeye sebebiyet vermemiş.
Hem ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nispeten yüksek terakki etmişler. Buna şahit, Avrupa'nın en büyük üstadı Endülüs devlet-i İslâmiyesidir. Hem ne vakit cemaat-i İslâmiye dine karşı lâkayt vaziyeti almışlar; perişan vaziyete düşerek tedennî etmişler.

Hem İslâmiyet, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâ gibi binler şefkatperverâne mesâil ile fukarayı ve avâmı himaye ettiği,
('Akıl etmiyorlar mı? Tefekkür etmiyorlar mı? İyice düşünmüyorlar mı? '?
gibi kelimâtıyla aklı ve ilmi istişhad ve ikaz ettiği ve ehl-i ilmi himaye ettiği cihetle, daima İslâmiyet fukaraların ve ehl-i ilmin kalesi ve melcei olmuştur. Onun için, İslâmiyete karşı küsmeye hiçbir sebep yoktur.

Lügatçe;
kıyas-ı maalfârık: Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas. Yanlış kıyaslama-mutaassıb: Körü körüne inat ve ısrar eden. Aşırı derecede taraftar-taassub: Şiddetli ve aşırı bağlılık-muharebe-i dahiliye: İçsavaş-intac: Netice verme, doğurma-Müstebid: Diktatör, zulüm ve baskı yapan. Başkasının hukukunu elinden alan-avâm: Sıradan biri, fakir halk tabakası-ehl-i fikr: Tefekkür sahipleri, düşünmeye ehemmiyet verenler, düşünürler-tedennî: Aşağı düşme, daha kötü bir dereceye düşme, alçalma-vücub-u zekât: Zekâtın farz olması-hurmet-i ribâ: Faizin haram olması-istişhad: şâhit göstermek, delil olarak ileri sürmek-melce: Sığınılan yer, sığınak.
Felsefe din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
Beşinci Mesele:
Asya'da uyanan akvam, fikr-i milliyete sarılıp, aynen Avrupa'yı her cihetle taklit ederek, hattâ çok mukaddesatları o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Halbuki her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi, körü körüne taklit dahi çok defa maskaralık olur. Çünkü:
Evvelâ: Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mezraa, bir cami hükmündedir. Bir dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz.
Hem ekser enbiyanın Asya'da zuhuru, ağleb-i hükemanın Avrupa'da gelmesi, kader-i ezelînin bir remzi, bir işaretidir ki, Asya akvâmını intibâha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek, din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
Saniyen: Din-i İslâmı Hıristiyan dinine kıyas edip Avrupa gibi dine lâkayt olmak, pek büyük bir hatadır. Evvelâ, Avrupa dinine sahiptir. Başta Wilson, Loyd George, Venizelos gibi Avrupa büyükleri, papaz gibi dinlerine mutaassıb olmaları şahittir ki, Avrupa dinine sahiptir, belki bir cihette mutaassıbtır.
Lügatçe;
akvam: Kavimler, milletler-fikr-i milliyet: Milliyetçilik fikri, düşüncesi-kamet-i kıymet: Kıymet derecesi-ekser: Pek çok., çoğunlukla-zuhur: Ortaya çıkma, meydana çıkma-ağleb-i hükema: Bilginlerin çoğu, filozofların ekseriyeti-intibâh: Uyanıklık, uyanma-mutaassıb: Bir şeyi savunmada aşırılık gösteren ve inat eden; körü körüne inat ve ısrar eden. Aşırı derecede taraftar.

Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir.

Sual: ('Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir.' Bakara Sûresi: 2:153; Enfâl Sûresi: 8:46.) de hikmet ve gaye nedir?
Elcevap: Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise, müşkülâtın anahtarıdır ki, ('Hırslı olan kimsenin ümidi boşa çıkar ve hüsrâna uğrar.' 'Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.' Hadis-i Şerif mealleri) durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek, Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür:
Biri: Mâsiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvâdır; ('Allah takvâ sahipleriyle beraberdir.' Bakara Sûresi: 2:194) sırrına mazhar eder.
İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. ('Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.' Âl-i İmrân Sûresi: 3:159. 'Muhakkak ki Allah sabredenleri sever.' Âl-i İmrân Sûresi: 3:146) şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef'âlini tenkit ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek çıkar.
Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın ('Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah'a şikâyet ederim dedi.' Yusuf Sûresi: 12:86.) demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah'a şekvâ etmeli; yoksa Allah'ı insanlara şekvâ eder gibi 'Eyvah! Of! ' deyip 'Ben ne ettim ki bu başıma geldi? ' diyerek âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır.
Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubudiyet-i kâmile cânibine sevk ediyor.
Lügatçe;
Hakîm: Herşeyi gaye ve faydalarla yaratan Allah-mukteza: Gereken, lâzım gelen-vücud-u eşya: Eşyânın varlığı, meydana gelmesi-teennî: Tedbirli, ağır ve akıllıca hareket etme; düşünerek iş yapma-durub-u emsal: Atasözleri-Mâsiyet: İtaatsizlik, isyan, günah-takvâ: Bütün günahlardan kendini korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak-tazammun: İçinde bulundurma-ef'âl: Fiiller, hareketler, işler-rikkat: Acıma; incelik; yufka yüreklilik-makam-ı mahbubiyet: Allah`ın sevgisini kazanma makamı, derecesi-ubudiyet-i kâmile: Kulluğun en mükemmeli.