MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 28.11.2011 00:21
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Nefsimizin bize oynadığı en büyük oyun nedir?

Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir -tâ ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin.
Evet, şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. (“Kabullenen ve rıza gözüyle bakan hiçbir kusur göremez.”) sırrıyla, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez, şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i âlîşan ('Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder' Yusuf Sûresi: 12:53) dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir?

Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.

Lügatçe;
desise: Gizli hile, oyun, aldatmaca-enâniyet: benlik, gurur-taksirat: kusurlar, günahlar-takdis: her türlü eksiklik ve çirkinlikten pâk ve yüce olduğunu dile getirmek-tevil: Bir fikir veya sözden bir başka mânâ çıkarmak-nazar-ı rıza: Hoşnutluk bakışı, rıza ile bakma, hoşgörü-istiâze: Allah`a sığınma.

Hâlıkımız bir, Rezzakımız bir, Peygamizberim bir, kıblemiz bir, kitabımız bir...
İkinci Mesele:

Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği teârüf ve teâvün düsturunun beyanı için deriz ki:

Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara kadar tefrik edilir. Tâ ki, her neferin muhtelif ve müteaddit münasebâtı ve o münasebâta göre vazifeleri tanınsın, bilinsin -tâ, o ordunun efradları, düstur-u teâvün altında hakikî bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-ı ictimaiyeleri a'dânın hücumundan masun kalsın. Yoksa, tefrik ve inkısam, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir.

Aynen öyle de, heyet-i ictimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur; kabâil ve tavâife inkısam edilmiş. Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var: Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir-bir, bir, bir, binler kadar bir, bir...

İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, kabâil ve tavâife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, teârüf içindir, teâvün içindir; tenâkür için değil, tehâsum için değildir.
(devam edecek)

Lügatçe;
teârüf: Bilinmek, tanınmak, tanışmak, birbirini tanımak-teâvün: Yardım etme, yardımlaşma-tefrik: Ayırt etme, ayırma-hayat-ı ictimaiye: Sosyal hayat, toplum hayat-a'dâ: Düşman-inkısam: Kısımlara ayrılma, bölümler-muhasamet: Düşmanlık etmek-heyet-i ictimaiye-i İslâmiye: İslam toplumuna ait heyet, İslam toplumu-kabâil: Kabîleler, aşiretler, sülaleler-tavâife: Taifeler, sosyal gruplar, milletler-cihet-i vahdet: Birlik yönü. Aynı hedefte birleşmek, birleştirici bağlar-uhuvvet: Kardeşlik, din kardeşliği, samîmi dostluk-vahdet: Birlik-tenâkür: İnkâr etmek-tehâsum: Husumet ve düşmanlık etme.