MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 20.11.2011 02:12
Konu: Yn: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Sizdeki gençlik katiyen gidecek.
Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız;
o gençlik zâyi olup;
başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette
kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek.
Bediüzzaman

Vahiyle İlhamın farkı nedir?
Sonra ilhamlar cihetine baktı, gördü ki:

Sâdık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i Rabbâniyedir; fakat iki fark vardır.

Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri melâike vasıtasıyla; ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır. Mesela, nasıl ki, bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var.

Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umumiye haysiyetiyle bir yaverini, bir valiye gönderir. O hakimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için, bazan, vasıta ile beraber bir ictima yapar, sonra ferman tebliğ edilir.

İkincisi: Sultanlık ünvanıyla ve padişahlık umumî ismiyle değil, belki kendi şahsıyla hususî bir münasebeti ve cüz'î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisiyle veya bir âmi raiyetiyle ve hususî telefonuyla hususî konuşmasıdır.

Öyle de, Padişah-ı Ezelînin, umum âlemlerin Rabbi ismiyle ve kâinat Hâlıkı ünvanıyla, vahiyle ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlarıyla mükâlemesi olduğu gibi; herbir ferdin, herbir zîhayatın Rabbi ve Hâlıkı olmak haysiyetiyle, hususi bir surette, fakat perdeler arkasında onların kabiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.

İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, sâfidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melâike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi, çeşit çeşit, hem pek çok envâlarıyla, denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbâniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor.
('De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.' Kehf Sûresi: 18:109.)
âyetinin bir vechini tefsir ediyor anladı. Sonra, ilhamın mahiyetine ve hikmetine ve şehadetine baktı, gördü ki: Mahiyeti ile hikmeti ve neticesi dört nurdan terekküb ediyor.
Birincisi: Teveddüd-ü İlâhî denilen kendini mahlûkatına fiilen sevdirdiği gibi, kavlen ve huzuren ve sohbeten dahi sevdirmek, vedûdiyetin ve rahmâniyetin muktezasıdır.

İkincisi: İbâdının dualarına fiilen cevap verdiği gibi, kavlen dahi perdeler arkasında icabet etmesi, rahîmiyetin şe'nidir.

Üçüncüsü: Ağır beliyyelere ve şiddetli hallere düşen mahlûkatlarının istimdatlarına ve feryatlarına ve tazarruatlarına fiilen imdat ettiği gibi, bir nevi konuşması hükmünde olan ilhâmî kavillerle de imdada yetişmesi, rububiyetin lâzımıdır.

Dördüncüsü: Çok âciz ve çok zayıf ve çok fakir ve çok ihtiyaçlı ve kendi malikini ve hâmisini ve müdebbirini ve hâfızını bulmaya pek çok muhtaç ve müştak olan zîşuur masnularına, vücudunu ve huzurunu ve himayetini fiilen ihsas ettiği gibi, bir nevi mükâleme-i Rabbâniye hükmünde sayılan bir kısım sadık ilhamlar perdesinde ve mahsus ve bir mahlûka bakan has ve bir vecihte, onun kabiliyetine göre, onun kalb telefonuyla, kavlen dahi kendi huzurunu ve vücudunu ihsas etmesi, şefkat-i ulûhiyetin ve rahmet-i rubûbiyetin zarurî ve vâcip bir muktezasıdır diye anladı.

Lügatçe;
ilham: Allah tarafından kalbe ihsan edilen manâ ve hakîkatler-mükâleme-i Rabbâniye: Herşeyi terbiye ve idâre eden Allah`ın konuşması-Haşmet-i saltanat: Sultanlığın haşmeti, ihtişâmı, saltanatın göz kamaştıran güzelliği-hâkimiyet-i umumiye: Genel hâkimiyet, tasarruf-ictima: Toplantı. Toplanmak-Padişah-ı Ezelî: Zaman ve mekânla kayıtlı olmayan saltanat sahibi olan Cenâb-ı Hak-mükâleme: Konuşma-havass: İleri gelenler, yüksek zatlar-teksir: Çoğaltma-terekküb: Birleşme, oluşma-Teveddüd-ü İlâhî: Allah`ın kendini kullarına sevdirmesi-kavlen: Sözle, sözlü olarak-huzuren: Allah`ın her an yanında olduğunu ve herşeyi bildiğini hissettirmesi, gönlü ferahlatması-vedûdiyet: Sevdirme ve sevdirilme-rahmâniyet: Cenâb-ı Hakkın kullarına merhamet etmesi vasfı-mukteza: Gereken-rahîmiyet: Merhamet edicilik-şe'n: İş, gerek, tavır, hal-beliyye: Belâ, müşkülât, musîbet-istimdat: Yardım isteme-rububiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-hâmi: Koruyan, himâye eden-müdebbir: Tedbirli olarak işleri idare eden-hâfız: Muhafaza eden, saklayan-şefkat-i ulûhiyet: Bütün varlıkların emirlerine harfiyen uydukları Cenab-ı Hakk`ın şefkati-rahmet-i rubûbiyet: Bütün varlıkları terbiye ve idâre eden Allah`ın merhameti.