MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 17.11.2011 00:34
Konu: Yn: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Dünyanın yüz bahçesi, fani olmak haysiyetiyle;
ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez.
Bediüzzaman

Kerâmet ve ikram arasındaki fark
Yine o hâlis talebesine gönderdiği mektubun bir parçasıdır.

Saniyen: Neşr-i envâr-ı Kur'âniyedeki muvaffakiyetin ve gayretin ve şevkin, bir ikram-ı İlâhîdir, belki bir keramet-i Kur'âniyedir, bir inâyet-i Rabbâniyedir. Sizi tebrik ediyorum. Keramet ve ikram ve inâyetin bahsi geldiği münasebetiyle, keramet ve ikramın bir farkını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Kerametin izharı, zaruret olmadan zarardır. İkramın izharı ise, bir tahdis-i nimettir. Eğer kerametle müşerref olan bir şahıs, bilerek harika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmâresi bâki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine itimad etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrac olabilir. Eğer bilmeyerek harika bir emre mazhar olursa: Meselâ, birisinin kalbinde bir sual var. İntâk-ı bilhak nevinden ona muvafık bir cevap verir; sonra anlar. Anladıktan sonra kendi nefsine değil, belki kendi Rabbisine itimadı ziyadeleşir ve 'Beni benden ziyade terbiye eden bir Hafîzim vardır' der, tevekkülünü ziyadeleştirir. Bu kısım, hatarsız bir keramettir; ihfâsına mükellef değil. Fakat fahr için, kasten izharına çalışmamalı. Çünkü, onda zâhiren insanın kisbinin bir medhali bulunduğundan, nefsine nispet edebilir.

Amma ikram ise, o, kerametin selâmetli olan ikinci nevinden daha selâmetli, bence daha âlidir. İzharı, tahdis-i nimettir. Kisbin medhali yoktur; nefsi onu kendine isnad etmez.

İşte, kardeşim, hem senin hakkında, hem benim hakkımda, bahusus Kur'ân hakkındaki hizmetimizde eskiden beri gördüğüm ve yazdığım ihsânât-ı İlâhiye bir ikramdır; izharı, tahdis-i nimettir. Onun için sana karşı, tahdis-i nimet nevinden, ikimizin hizmetimize ait muvaffakiyâtı yazıyorum. Biliyordum ki, sende fahr değil, şükür damarını tahrik ediyor.

Lügatçe;
Neşr-i envâr-ı Kur'âniye: Kur`ân nurlarının (hakikatlerinin) neşredilmesi, yayılması-keramet-i Kur'âniye: Kur`ân`ın kerâmeti-inâyet-i Rabbâniye: Herşeyi terbiye ve idâre eden Cenab-ı Hakk`ın yardım-izhar: Ortaya koymak, açığa çıkarmak, göstermek-tahdis-i nimet: Cenâb-ı Hakk`a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadıyla kavuştuğu nîmeti başkalarına anlatma-istidrac: Derece derece yükselmeyi isteyiş; hakkı ve hakîkî değeri olmadığı halde ve kabiliyetsiz bir kimsenin çok nîmete kavuşması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesiyle azap ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması-İntâk-ı bilhak: Hakkın söyletmesi. Cenâb-ı Hakkın konuşturması-Hafîz: Cenab-ı Hakk`ın, bütün tohum ve çekirdeklerde olduğu gibi, her mahlukun başına gelecek vaziyetleri ve başından geçenleri muhafaza etme sıfatı-hatarsız: Tehlikesiz, risksiz-ihfâ: Saklanmak, gizlenmek-fahr: Övünme, büyüklük taslama-kisb: Çalışmak, kişinin kendi gayret ve fiiliyatıyla elde ettikleri, kazandıkları.

Nur Talebeleri keşif ve kerâmet aramazlar

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Size dört meseleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi:
Birincisi: Hem lisan-ı hal, hem lisan-ı kal ile ve başka tezahüratlarla sorulan bir suale cevaptır.
Deniliyor ki: 'Madem Risale-i Nur hem kerâmetlidir, hem tarikatlerden ziyade İmân hakikatlerinin inkişafında terakki veriyor ve sadık şakirtleri kısmen bir cihette velayet derecesindeler. Neden evliyalar gibi manevi zevkler ve keşfiyatlara ve maddi kerâmetlere mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyorlar? Bunun hikmeti nedir? '

Elcevap:
Evvela: Sebebi, sırr-ı ihlastır. Çünkü, dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlup etmeyen insanlara bir maksat olup, uhrevi ameline bir sebep teşkil eder, ihlası kırılır. Çünkü amel-i uhrevi ile dünyevi maksatlar, zevkler aranılmaz; aranılsa, sırr-ı ihlası bozar.

Saniyen: Kerametler, keşfiyatlar, tarikatta süluk eden ami ve yalnız iman-ı taklidi bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zayıf olanları takviye ve vesveseli şüphelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur'un imani hakikatlerine gösterdiği hüccetler, hiçbir cihette vesveselere meydan vermediği gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç bırakmıyor. Onun verdiği iman-ı tahkikî, keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakiki şakirtleri, öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.

Salisen: Risale-i Nur'un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkârane yalnız rıza-yı İlahi için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahipleri ve keşfiyattan zevklenen ehl-i tarikatın mabeynindeki ihtilaf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanında, ehl-i gafletin nazarında, onlara su-i zan edip, o mübarek zatları, benlik ve enaniyetle itham etmeleri gösteriyor ki, Risale-i Nur'un şakirtleri, şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lazım ve elzemdir.

Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur'un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilat ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikramat-ı İlahiye umuma kafi gelir; daha başka şahsi kemalat ve kerameti aramıyorlar.

Rabian: Dünyanın yüz bahçesi, fani olmak haysiyetiyle, ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye, fani, hazır bir meyveyi, baki, uhrevi bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak-ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar.

Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zat, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi, demiş zevcine: 'İhtiyacımız şedittir.'
Birden, altından bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: 'İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir.'
Birden o mübarek hanım demiş ki: 'Gerçi çok muhtacız ve ahirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fani bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lazım değil.' Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.
İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

Lügatçe;
lisan-ı hal: Hal dili-lisan-ı kal: Konuşma, anlatma dili-inkişaf: Gelişme, açılma, keşfetme-ami: Bilgisiz, câhil-iman-ı taklidi: Az şüphelere mağlup olabilen, başkalarını takliden olan iman. Tahkik ehline ait olmayan, câhillere mahsus iman-tahkik: Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu yanlışlığını ortaya çıkarmak. İncelemek, içyüzünü araştırmak-hüccet: delil, bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge-iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz îmân, şuurlu ve tahkiki îmân-mahviyetkârane: Alçakgönüllü bir tarzda, enaniyetini yok ederek-ehl-i gaflet: Gaflete dalanlar, habersiz ve dikkatsiz olanlar, Allah`a ve emirlerinde aldırış etmeyenler-su-i zan: Bir kimse hakkında kötü düşünceye sahip olma-Şirket-i maneviye: Ahirete ait hizmetlerle ilgili mânevî şirket, mânevî ortaklık-tefani: Fikrî ve ahlâkî kaynaşmak, birbirine fani olmak kardeşinin meziyet ve hissiyatını fikren yaşamak-keramet-i ilmiye: İlmin kerâmeti, fevkalâdeliği-intişar-ı hizmet: Hizmetin yayılması, yaygınlaştırılması-teshilat: Kolaylaştırmalar-halet-i fıtriye: Yaratılıştan gelen hâller-ezvak-ı ruhaniye: Rûhen duyulan zevkler-keşfiyat-ı maneviye: Mânâ keşifleri, Olacak birşeyi evvelden anlama; gizli birşeyin Allah tarafından birisine ilhâm edilmesi yoluyla bilinmesi-ezvak-ı keramet: Kerâmetteki zevkler.