Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
İnsanlar zulmeder, Kader adalet eder
(Her şeyde, her musibette, hususan beşer eliyle gelen zulümlü musibetlerde, Risale-i Kaderde beyan edildiği gibi, iki sebep var.
Biri: Zahiren esbaba bakan beşerdir.
Diğeri: Kader-i İlahîdir.
Beşer, zahirî esbaba bakar; bazan yanlış eder, zulmeder. Fakat kader, başka noktalara bakar, adalet eder. İşte, bugünlerde elîm bir endişeyle Risale-i Nur dairesine temas eden üç mesele, adalet-i kaderiye noktasında manevi suâle cevaben ihtar edildi.)
Üçüncü suâl: Bazı mütedeyyin zatların, dünyadâr haremleri yüzünden ziyade sıkıntı çekmeleri nedendir? Bu havalide bu nevi hadiseler çoktur.
Gelen cevap: O mütedeyyin zatlar, diyanetlerin muktezası, böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle serbest kadınların vasıtasıyla dünyaya girişmeleri hatalarından, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti.
Mütebakisi, bir mübarek hanımın şuursuz müdahalesiyle geri kaldı.
Lügatçe;
dünyadâr: Dünyaya kendini kaptırmış; dünya ziynetlerine, zevklerine düşkün-harem: Âile, eş-serbestiyet-i nisvan: Kadınların açık-saçıklıkla ileri gitmesi, kadın özgürlüğü.
Kürt devleti sevdalılarına Bediüzzaman’dan cevap!
Bugünlerde basın ve kamuoyunda yoğun bir biçimde tartışılan konulardan biri de KCK operasyonları ve artçı sarsıntıları oldu. KCK yapılanmasının, 23 ili kapsayacak şekilde fiilî bir Kürt Devleti tesis etmeyi amaçladığı gözlerden kaçmadı. Oysa bu bir kuru hayal; tabanı olmayan ve Kürt halkının kahir ekseriyetinden destek bulmayan “karton ya da baraka bir devlet”. Tarihteki emsalleri gibi daha en baştan ölü doğmaya mahkûm sunî bir devlet. Bu “bölücülük oyunu” geçmişte tutmadı, inşallah bugün ve gelecekte de tutmayacaktır. En son Van Depremi sonrasında yaşanan Türk-Kürt kardeşliği, yardımlaşma ve dayanışma tabloları bunun en kuvvetli beşaretlerinden oldu.
Tarih, boşuna yaşanmamıştır; ibret alınsın diye vardır. İşte Kürt Devleti sevdasının ve sevdalılarının kısa tarihçesi, tutup tutmadığı, Kürt halkının destekleyip desteklemediği ve o bölgeden çıkan Bediüzzaman Said Nursi’nin bu çabalara karşı sergilediği tepki:
Kürt devleti kurma çabalarının ‘kısa’ tarihçesi
Osmanlı bünyesinde Kürt devleti kurma fikrinin siyasi mahiyete bürünmesi ilk defa 1917’de “Kürdistan Bağımsızlık Partisi”nin kurulmasıyla birlikte gerçekleşmiştir. İngilizlerin himayesinde bağımsız bir Kürt Devleti kurma düşüncesini, Temmuz 1918’de İngiliz Yarbay Kennion’a ilk defa teklif eden ise Sa¬vuçbulaklı (Mehabat) Mukrilerin bir şefidir.
İngilizler, dinlerine bağlı Müslüman Kürt toplulukları, asırlarca birlikte yaşamış Müslüman Türk kardeşlerinden ayırmak ve “kardeş kavgasına” sürüklemek için kavmiyetçilik duygularını tahrik ederek “din bağını” tahrip etmeyi amaçlamışlardır.
1918 Mondros Mütarekesi sürecinde İngilizlerin İstanbul Yüksek Komiserliğini yapan Amiral Calthorpe, bu şer plânı şöyle açıklamıştı: “İslâm, bu iki milletin ortak imanî noktası olduğundan ileride onları yeniden bir araya getirebilme ihtimali vardır. Hükümetim, Osmanlı Devleti’ni sonuna kadar zayıf düşürme amacını taşıdığına göre, bunun bir yolu da Kürtler ile Türkleri birbirine düşürmekten geçer.”
İngiltere, bu amaçla Kürt meselesini, 1919’daki Paris Konferansı’nda uluslararası arenaya taşıyarak, Osmanlı’ya ve Türklere karşı milletlerarası siyasi bir problem haline getirdi. Ağustos 1920’deki Sevr Antlaşması ile tarihte ilk kez “Kürdistan Devleti”, İngilizlerin ve diğer emperyalist devletlerin gayretleriyle milletlerarası bir belgeye girdi ve uluslararası bir nitelik kazandı. Ancak Anadolu’daki Millî Mücadele Hareketi’nin ortaya koyduğu gerçek durum karşısında onaylanmadığı ve yürürlüğe giremediği için Sevr de söz de ‘Kürt Devleti’ projesi de “ölü doğdu”.
Kürt halkının müthiş tepkisi
mütareke döneminde Doğu vilayetlerinden Meclis-i Mebusan’a ve İtilaf Devletleri temsilciliklerine çekilmiş telgraflara göz atmak yeterlidir. İşte Erzincan'dan on ayrı Kürt aşiret liderinin Fransız Yüksek Komiserliğine gönderdiği protesto telgrafı:
“Kürtlük ve Türklük bir bütündür. Birbirlerinin öz kardeşi ve din kardeşidir. Her iki toplum için vatan birdir. Kürtler vatanlarının kurtuluşu uğrunda şimdiye kadar Türklerle birlikte savaş safında kanlarını akıtmışlardır. Osmanlı ve İslâm topluluğundan ayrılmak, hiçbir zaman düşünce ve hayallerimizden geçmez. Dünyanın sonuna kadar bu topluluk içinde yaşamak kararındayız.”
Ve Van-Hakkari halkının telgrafı: “Osmanlı Devleti’nden ayrılmayı düşünecek kadar bilgisiz ve akılsız bir Kürt’ü bu bölgede aramak cahilliktir… Barıştan sonra memleketimizin ruhu ve içtimai durumuna tamamıyla uygun bilgili bir idare kuracağı kesinlikle ümit edilen Osmanlı hükümetinden daha adil bir hükümete, İslâm halifeliğinden daha güçlü bir dayanağa, Türklerden daha cana yakın ve iyi yürekli bir vatandaşa bütün dünyada rastlanamayacağını tarih ve genel savaşı tanık gösteren Kürtler Şerif Paşa’yı protesto eder.”
Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922'de Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkıp aynen şunları söyledi: “Bir Kürt mensubu olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik... Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz.”
Meclisin bir sonraki celsesinde, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mar¬din, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır, Van milletvekillerinin hepsi şu cümlelerin altına imza attılar: “Türk, Kürt bir kütle-i vahidedir. Kürtler, hiç bir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiç bir kuvvetin tesiri yoktur.”
Bediüzzaman’ın büyük tepkisi
Müstakil bir Kürt devleti kurma gayretlerine karşı en büyük tepkiyi gösterenlerin başında, bölgenin en muteber âlimlerinden olan Bediüzzaman Said Nursi gelmiştir. Hayatı boyunca her türlü Kürtçülük faaliyetinin aleyhinde tavır alan, bu tür çabaların ancak yabancı mihrakların işini kolaylaştırmaktan ve İslâm Ümmeti’ni; bizi yutmak için içimize atılmış “Firenk illeti” olan menfi milliyetçilikle bölüp parçalamaktan başka bir anlam taşımadığını savunmuştur. Bölücülüğe prim vermemiş, tüm zamanlarda sağduyulu olmayı, vatanına, din ve devletine (şahs-ı manevisine) sadık kalmayı başarmıştır. Bediüzzaman eserlerinde, Kürtçülük ve bölücülük yapanları, ‘birkaç akılsız kavmiyetçi’, ‘Kürt unsurundan addedilen mahdut birkaç dinsiz veya mezhepsiz bir mesleğe girenler’, ‘bedbaht hamiyetfürûşlar’ gibi ifadelerle vasıflandırmıştır.
Said Nursî, 23 Aralık 1920’de Vakit ve İkdam gazetelerinde yayınlanan yazılarıyla Kürtçüleri ve Kürt Devleti sevdalılarını protesto etmiştir. Vakit gazetesindeki yazısında Kürtçülük yapan kişi ve grupların girişimlerini İslâmî esaslardan hareketle temelsiz bırakan görüş ve tenkitlerini tafsilatlı bir biçimde şöyle beyan etmiştir.
“Kürtler, İslâm camiasından ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka özel maksatlar altında hareket eden ve Kürtlük adına söz söylemeye yetkili olmayan beş-on kişiden ibarettir... Kürtlük davası pek manasız bir iddiadır. Çünkü her şeyden evvel Müslüman’dırlar. Hem de dinî salâbeti kuvvetli olan hakiki Müslümanlardan... İslâm, cahiliye asabiyesini ortadan kaldırmıştır. İslâm, İslâm kardeşliğine aykırı olan kavmiyet davasını yasaklamıştır... İSLÂMİYET, HERHANGİ BİR IRKIN DİĞER BİR İSLÂM UNSURU ALEYHİNE OLARAK MENFİ SURETTE AYRILMASINI KABUL ETMEZ. Binaenaleyh Kürtleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, İslâm’ın esaslarına muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişiden ibaret. Hakiki Kürtler, kimseyi kendilerine savunma vekili olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürtlük namına söz söyleyecek kişiler, ancak Osmanlı Mebusan Meclisindeki kişiler olabilir. Kürdistana verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürtler, yabancı himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler. Eğer Kürtlerin inkişaf serbestliğini düşünmek lazım gelirse, bunu Bogos Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i Âliye düşünür. Hulâsa Kürtler, bu hususta kimsenin aracılığına ve müdahalesine muhtaç değildirler.”
Ayrıca Bediüzzaman, mütarekenin sancılı günlerinde Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir’in Kürdistan devleti kurma teklifini şu sert cevapla reddetmiştir: “Allahü Zülcelâl Hazretleri, Kur’an-ı Kerim’de, Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’ diye buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı İlâhî karşısında düşündüm ki bu kavmin bin yıldan beri Âlem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, dört yüz elli milyon hakikî Müslüman kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.”: