Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Allah nâmına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesâbiyle vermeli ve almalı.
Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı.
Kusur etse istiğfar etmeli:
'Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et.
Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl. Amin! '
demeli ve Ona yalvarmalı.
Bediüzzaman
Dünyanın gafletkârâne gülmeleri,
ağlanacak acı hallerin perdesidir
Bediüzzaman
(her gelecek yakındır) kaidesiyle, madem yakında gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattir; elbette gördüğün hayal değildir.
Madem dünyanın gafletkârâne gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve zevâle mâruzdur. Elbette biçare insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşru dairesinde ve müteşekkirâne, huzurkârâne, gafletsiz, mâsumâne eğlencelerdir ve sevap cihetiyle bâki kalan sevinçlerdir. Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki, bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır.
Lügatçe;
endişe-i istikbal: Geleceğe âit endişe-âkıbetbînlik: Âkıbeti, neticeyi görmek. İleri görüşlülük- adese: Mercek-müteharrik: Hareket eden-tevahhuş: Korkma, ürkme-inkılâb: Değişme, değişim-gafletkârâne: Allah`ı ve emirlerini unutarak, vurdum duymazcasına-muvakkat: Geçici; kısa bir zaman, vakitli, fâni-zevâl: Zâil olma, sona erme. * Gitmek-ebedperest: Ebedî hayata çok arzulu-aşk-ı beka: Sonsuzluğa olan aşk-tergibat: Şevklendirme, ümidlendirme, İsteklendirmeler-idame: Devam ettirmek.
Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi.
Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber'lerle nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara* birden Allahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade* hacıların Arafat'ta ve iydde beraber birden Allahu ekber demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği Allahu ekber kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü'l-Arz ve Rabbü'l-âlemîn azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.
(* O zamanki dünya nüfusuna göre)
(* Bugün elhamdülillah arafatta milyonlarca)
Lügatçe;
nev-i beşer: İnsan türü, bütün insanlar-küre-i arz: Yerküre, dünya-semavat: Gökler-seyyarat: Gezegenler, yıldızlar-iyd: Bayram-âl: Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat-aks-i sadâ: Sesin yansıması-rububiyet-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-Rabbü'l-Arz: Yeryüzünü ve içindekileri terbiye edip idâre eden Cenâb-ı Hak- Rabbü'l-âlemîn: Bütün âlemleri terbiye edip idâre eden Cenâb-ı Hak-azamet-i ünvan: Allah'ın (Rabbü'l-âlemin) isminin tecellisinin büyüklüğü-küllî: umumî, bütün, genel-tecelli: Görünme, bilinme; Allah`ın herbir isminin mânâsını icrâ etmesi; Allah`ın Rezzak ismiyle rızık vermesi, Muhyî ismiyle diriltmesi, Şâfi ismiyle hastalara şifâ vermesi gibi-ubûdiyet: Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah`a itaat etme.