Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bütün mecâzî âşıkların dîvanları,
yani aşknâmeleri olan manzum kitapları,
şu tasavvur-u zevâlden gelen elemden birer feryaddır.
Herbirinin, bütün dîvân-ı eş'ârının ruhunu eğer sıksan,
elemkârâne birer feryad damlar.
Bediüzzaman
mecazi aşıklar: Allahtan başkasına aşık olanlar
Divan: şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap
tasavvur-u zeval: sona erme düşüncesi
divan-ı eş'ar: şiir divanı
elemkârane: acı verircesine
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki: “Nurun hâlis ve ehemmiyetli bir kısım şakirtleri, pek musırrâne olarak, âhir zamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar. Sen de bu kadar musırrâne onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’î bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikate binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, herhalde hallini istiyoruz.”
Ben de bu zâtın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki:
O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tâbir ve tevil lâzım.
Birincisi: Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
Lügatçe;
Âl-i Beyt: Hz. Peygamberin (A.S.M.) sülâle-i tahiresinden yetişenler ve sünnet-i seniyyesinin menbaı ve muhafızı ve bihakkın sünnete ittibâ ve onu idâme ettirenler. Al-i Resul, Al-i Nebi, Al-i Muhammed ve Ehl-i Beyt gibi tâbirlerle de söylenir-hüccet: kanıt, delil-tâbir: ifade etme, adlandırma-tevil: yorum-Mehdî-i Âl-i Resul: Resulullah’ın neslinden gelen, âhir zamanın en büyük mürşidi, hidâyete sevk edicisi-tasallut: sataşma, baskı kurma, hâkim olma-maddiyun ve tabiiyyun tâunu: her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini ve her şeyi madde ile açıklamaya çalışma hastalığı-tedkikat: tetkikler, araştırmalar-hilâfet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’den (a.s.m.) sonra onun dâvâsının temsil edilmesi-tesanüd: dayanışma.
Hem, Sultân-ı Ezel ve Ebedolan Zât-ı Zülcelâli tanıttırmakla, insana, Ona bir memur abd ve bir vazifedar misafir vaziyetini verir. Hem dünya misafirhânesinde, hem berzahî ve uhrevî menzillerde kemâl-i rahatla seyahatini temin eder. Nasıl ki, bir padişahın müstakîm bir memuru, onun daire-i memleketinde, hem her vilâyetin hududlarından suhûletle ve tayyâre, gemi, şimendifer gibi süratli vâsıta-i seyahatle gezer, geçer; öyle de, Sultan-ı Ezeliye İmân ile intisab eden ve amel-i sâlih ile itaat eden bir insan, şu misafirhâne-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkezâ, kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak süratinde geçer; tâ saadet-i ebediyeyi bulur ve şu hakikati katî ispat eder ve asfiyâ ve evliyâya gösterir.
Hem de, Kur'ân'ın hakikati der ki: Ey mü'min! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini çirkin ve noksan ve şerûr ve sana muzır olan nefs-i emmârene verme. Onu mahbub ve onun hevâsını kendine ma'bud ittihaz etme. Belki, sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, nihayetsiz bir muhabbete lâyık, hem nihayetsiz sana ihsan edebilen, hem istikbâlde seni nihayetsiz mes'ud eden, hem bütün alâkadar olduğun ve onların saadetleriyle mes'ud olduğun bütün zâtları ihsanâtıyla mes'ud eden, hem nihayetsiz kemâlâtı bulunan ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, münezzeh, kusursuz, noksansız, zevâlsiz cemâl sahibi olan ve bütün esmâsı nihayet derecede güzel olan ve her isminde pekçok envar-ı hüsün ve cemâl bulunan ve Cennet, bütün güzellikleriyle ve nimetleriyle Onun cemâl-i rahmetini ve rahmet-i cemâlini gösteren ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemâl ve mehâsin ve kemâlât, Onun cemâline ve kemâline işaret eden ve delâlet eden ve emâre olan bir Zâtı mahbub ve ma'bud ittihaz et.
Hem der: Ey insan! Onun esmâ ve sıfatına âit istidad-ı muhabbetini sâir bekâsız mevcudâta verme, faydasız mahlûkata dağıtma. Çünkü, âsâr ve mahlûkat fânîdirler. Fakat, o âsârda ve o masnuâtta nakışları, cilveleri görünen Esmâ-i Hüsnâ, bâkîdirler, dâimîdirler. Ve esmâ ve sıfatın herbirisinde binler merâtib-i ihsan ve cemâl ve binler tabakât-ı kemâl ve muhabbet var. Sen yalnız Rahmân ismine bak ki, Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem'ası ve dünyadaki bütün rızk ve nimet, bir katresidir.
Lügatçe;
abd: Kul, köle-vazifedar: Kul-berzahî: Kabir hayatıyla ilgili-müstakîm: doğru yolda olan-suhûletle: Kolayca, rahatça-intisab: Bağlanma, emrine girme-amel-i sâlih: Hayırlı, iyi işler-âlem-i berzah: Ruhların Kıyâmete kadar bekledikleri âlem-berk: Şimşek-şerûr: Çok şerli, kötü, zararlı-nefs-i emmâre: Kötülüğü teşvik eden, emreden nefis-mahbub: Sevgili, sevilen, muhabbet edilen-hevâ: Gelip geçici istek, heves, nefsin arzusu-ma'bud: Kendine ibadet edilen Allah (C.C.) -kemâlât: mükemmellikler, faziletler-cemâl-i rahmet: İlâhî rahmetteki güzellik-rahmet-i cemâl: İlâhî güzelliğin rahmet ciheti-hüsün: Manevi güzellik-mehâsin: Güzellikler, iyilikler, iyi ahlâklar-istidad-ı muhabbet: Sevme kabiliyeti-âsâr: Eserler-merâtib-i ihsan ve cemâl: İhsan ve güzelliğin dereceleri-lem'a: Parıltı-katre: Damla.