Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
(Kur'an) mü’mine der:
*İhtiyarın cüz’î ise, kendi Mâlikinin irade-i külliyesine işini bırak.1
*İktidarın küçük ise, Kadîr-i Mutlakın kudretine itimat et 2
*Hayatın az ise, hayat-ı bâkiyeyi düşün.3
*Ömrün kısa ise, ebedî bir ömrün var, merak etme.4
*Fikrin sönük ise, Kur’ân’ın güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur’ân birer yıldız misillü sana ışık verir.5
*Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir sevap ve hadsiz bir rahmet seni bekliyor.6
*Hem hadsiz arzuların, makàsıdın varsa, onları düşünüp muztarip olma. Onlar bu dünyaya sığışmaz. Onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır.7
Bediüzzaman
1: bk. Tâhâ Sûresi, 20:25-27; Mü’min Sûresi, 40:38-45.
2: bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:159, 173; Nisâ Sûresi, 4:81; Mâide Sûresi, 5:23; Enfâl Sûresi, 8:61.
3: bk. Tevbe Sûresi, 9:38; Yûnus Sûresi, 10:24; Kehf Sûresi, 18:45; 29:64; Lokman Sûresi, 31:33.
4: bk. Bakara Sûresi, 2:201; Âl-i İmran Sûresi, 3:148; Nisâ Sûresi, 4:77; En’âm Sûresi, 6:32.
5: bk. Bakara Sûresi, 2:2, 185; Âl-i İmran Sûresi, 3:138; Yûnus Sûresi, 10:57; Yûsuf Sûresi, 12:111.
bk. Bakara Sûresi, 2:157, 218; Âl-i İmran Sûresi, 3:107; Nisâ Sûresi, 4:96, 175; A’râf Sûresi, 7:156.
2: bk. Mâide Sûresi, 5:65; Tevbe Sûresi, 9:21; Yûnus Sûresi, 10:9; Mü’minûn Sûresi, 23:19; Furkan Sûresi, 25:24; Şuarâ Sûresi, 26:85; Zümer Sûresi, 29:10; Lokman Sûresi, 31:8; Yâsin Sûresi, 36:55.
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Reisicumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmaya.
Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki:
Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükumetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla Kur'ân a zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.
Ben de beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini hilaf-ı hakikat olarak M. Kemal e vermediğim için, garazkar dostları, beni yirmi senedir bahanelerle tazip ediyorlar.
Evet, mahkemede ispat ettiğim gibi, 'Şerefler, müsbet hayırlar, maddi-manevi ganimetler orduya, cemaate verilir, tevzi edilir; kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir' diye bir kaide-i hakikatle, 'Kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal e verilmez; belki kusurlar, hatalar yalnız ona verilir' diye, beni onu sevmemekle itham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla itham edip, onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum. Bu hakikati mahkemede ispat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da ispat etmeye hazırım. Ben, bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve zabitlerini severim; hürmetlerini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muhafaza ediyorum. Benim karşımdaki garâzkar muarızlarım, birtek adamı sevmek yolunda milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet ediyorlar.
Evet, çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir. Bunun için mecbur oldum ki, o muarızlarıma derim:
O, beni taltif etmek ve bütün vilayat-ı şarkıyeye vaiz-i umumi yapmak için, Ankara ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni, onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzivada azap çektim, dünyalarına karışmadım.
Lügatçe;
Reisicumhur: Cumhurbaşkanı-istida: Dilekçe-zeyl: Ek, ilâve-garazkâr: Kin güden, kötü niyetli kimse-hilaf-ı hakikat: Gerçeğe zıt-kaide-i hakikat: Gerçek bir kaide, prensip-zabit: Subay-hain-i millet: millet haini, düşmanı-adavet: Düşmanlık-taltif: İltifat etmek. Gönül almak-vilayat-ı şarkıye: Doğu vilâyetleri-inziva: Yalnız başına bir yere çekilip, dünya işleriyle uğraşmamak.
Hem der: Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelâlin memlûküsün. Öyle ise sen, kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme; çünkü, hayatı veren Odur, idare eden de Odur. Hem, dünya sahipsiz değil ki, sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvâlini düşünüp merak etme. Çünkü, onun sahibi Hakîm'dir, Alîm'dir; sen de misafirsin, fuzûlî olarak karışma, karıştırma.
Hem insanlar, hayvanlar gibi mevcudât başıboş değiller; belki vazifedar memurdurlar, bir Hakîm-i Rahîmin nazarındadırlar. Onların âlâm ve meşakkatlerini düşünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onların Hâlık-ı Rahîminin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme. Hem, sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ tâun ve tûfan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri o Rahîm-i Hakîmin elindedirler. O Hakîm'dir, abes iş yapmaz; Rahîm'dir, rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.
Lügatçe;
bâğistân-ı Cinân: Cennet bağları, bahçeleri-nuristân-ı Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ın nuranî memleketi-izâle: gidermek-kasâvetli: üzüntülü, sıkıntılı-berzah: kabir-İhtiyâr: irade-irâde-i külliye: Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi-makâsıd: gayeler, hedefler-muztarib: ıztırap çeken, sıkıntılı-Rahîm-i Zât-ı Zülcelâl: rahmeti herşeyi kuşatan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah-memlûk: kul, köle, bende, hizmetkâr-ehvâl: korkular-Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde yaratan Allah-vazifedar: Görevli-Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah-âlâm: elemler, acılar-Hâlık-ı Rahîm: Sonsuz şefkat sahibi ve her şeyi yoktan yaratan Allah-tâun: salgın ve ölümcül hastalıklar-kaht: kıtlık-rahîmiyet: Merhamet edicilik, âhirette ebedî mükâfat vericilik vasfı.