Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
İbadetin ruhu, ihlastır.
İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.
Bediüzzaman
âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan Adl [herşeyi dengeleyen ve sonsuz adalet sahibi olan Allah] isminin bir cilvesi, Birinci Nükte gibi, Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için yine temsil yoluyla deriz:
Şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen [sürekli] tahrip [bozma,yıkma] ve tamir içinde çalkanan bir şehir var. Ve o şehirde her vakit harp [kavga mücadele] ve hicret [göç] içinde kaynayan bir memleket var. Ve o memlekette her zaman mevt [ölüm] ve hayat [yaşam] içinde yuvarlanan bir âlem var.
Halbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayret-engiz [hayret verici] bir muvazene [denge], bir mizan [ölçü], bir tevzin [düzenlilik] hükmediyor; bilbedâhe [hiç şüphesiz] ispat eder ki, bu hadsiz [sınırsız] mevcudatta [varlıklarda] olan hadsiz [sayısız] tahavvülât [değişimler] ve vâridat [gelirler] ve masarif [giderler], her bir anda umum [tüm] kâinatı [yaratılmış varlıkların tamamını] görür, nazar-ı teftişinden [denetimden] geçirir bir tek Zâtın mizanıyla [ölçüsüyle] ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan bir balık, bin yumurtacıkla ve nebâtattan [bitkilerden] haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bin tohumla ve sel gibi akan unsurların, inkılâpların [dönüşümlerin] hücumuyla, şiddetle muvazeneyi [dengeyi] bozmaya çalışan ve istilâ [işgal] etmek isteyen esbab [sebepler] başıboş olsalardı veyahut maksatsız [amaçsız], serseri tesadüf ve mizansız [ölçüsüz], kör kuvvete ve şuursuz [bilinçsiz], zulmetli [karanlıklı] tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya [eşyalar arası denge] ve muvazene-i kâinat [varlıklar arası denge] öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde hercümerc [karmakarışık] olurdu. Yani, deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti [kokuşacaktı]. Hava gazât-ı muzırra [zararlı gazlar] ile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbele[çüplük], bir mezbaha [hayvan kesim yerine], bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.
İşte, cesed-i hayvânînin [hayvan cestlerinin] hüceyrâtından [hücreciklerinden] ve kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâdan [alyuvar ve akyuvarlardan]ve zerrâtın [zerrelerin, atomların] tahavvülâtından [değişimlerinden] ve cihazat-ı bedeniyenin [bedeni organların] tenasübünden [birbirine uygunluğundan] tut, tâ denizlerin vâridat [gelir] ve masarifine [giderine], tâ zemin altındaki [yeraltındaki] çeşmelerin gelir ve sarfiyatlarına [giderlerine], tâ hayvânat ve nebâtâtın [bitkilerin] tevellüdat [doğumları] ve vefiyatlarına [ölümlerine], tâ güz ve baharın tahribat [yıkılma] ve tamiratlarına [tamirlerine], tâ unsurların [hava,su ışık toprak] ve yıldızların hidemat [hizmet ve görevlerine] ve harekâtlarına [hareketlerine], tâ mevt [ölüm] ve hayatın, ziya [ışık]ve zulmetin [karanlığın] ve hararet [sıcaklık] ve burudetin [soğukluğun] değişmelerine ve döğüşmelerine ve çarpışmalarına kadar, o derece hassas bir mizanla [ölçüyle] ve o kadar ince bir ölçüyle tanzim edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer [insan aklı] hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf [gereksizlik,savurganlık], hiçbir abes [eksiklik amaçsızlık saçmalık] görmediği gibi, hikmet-i insaniye dahi her şeyde en mükemmel bir intizam [düzen], en güzel bir mevzuniyet [ölçülülük] görüyor ve gösteriyor. Belki, hikmet-i insaniye, o intizam ve mevzuniyetin [ölçülülüğün] bir tezahürüdür [yansıması görüntüsüdür], bir tercümanıdır[açıklanmasıdır].
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Risâle-i Nur Talebelerinden bir genç hâfız, pekçok adamların dedikleri gibi dedi: 'Bende unutkanlık hastalığı tezâyüd ediyor, ne yapayım? ' Dedim: 'Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme.' Çünkü rivâyet var; İmâm-ı Şâfiî'nin (r.a.) dediği gibi, 'Haram-ı nazar, nisyan verir.'
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyâdeleştikçe hevesât-ı nefsâniye heyecana gelip, vücudunda sû-i istimâlât ile israfa girer; haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir. Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, husûsan bu memâlik-i hârrede o sû-i nazardan sû-i istimâlât, umûmi bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'î-küllî o şekvâdadır.
İşte, bu umûmi hastalığın tezâyüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki:
'Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur'ân nez' ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.' Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ân'a set çekilecek; o hadîsin tevilini gösterecek.
Lügatçe;
tezâyüd: artma, çoğalma-Haram-ı nazar: Haram olan şeylere bakmak-nisyan: Unutmak, unutkanlık-nazar-ı haram: Haram bakış-hevesât-ı nefsâniye: Nefsin gelip geçici çirkin istekleri, arzuları-sû-i istimâlât: Kötüye kullanmalar-memâlik-i hârre: Sıcak iklime sahip memleketler-sû-i nazar: nez': Çekip koparmak, ayırmak.