Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bu dünya bir misafirhanedir.
Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle
'El-mevtü Hakkun'
hükmünü imza ediyorlar ve o dâvâya şehadet ediyorlar.
Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz?
Madem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir.
Bediüzzaman
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Yedinci Asıl: Pek çok teşbih ve temsiller bulunuyor ki, mürûr-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesiyle hakikat-i maddiye telâkkî ediliyor. Hatâya düşer. Meselâ, 'Sevr' ve 'Hûd' isminde ve âlem-i misâlde sevr ve hûd timsâlinde berrî ve bahrî hayvanât nâzırlarından iki melâiketullah, âdetâ bir koca öküz ve cismânî bir balık zannedilerek, hadîse ilişilmiş.
Hem meselâ, bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: 'Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, tâ ancak bu dakika Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.' İşte bu hadîsi işiten, hakikate vâsıl olmayan, inkâra sapar. Halbuki, yirmi dakika -o hadîsten- sonra, katiyen sabittir ki, biri geldi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma dedi ki: 'Meşhur münâfık, yirmi dakika evvel öldü.' Yetmiş yaşına giren o münâfık Cehennemin bir taşı olarak bütün müddet-i ömrü tedennîde, esfel-i sâfilîne, küfre sukûttan ibâret olduğunu gayet belîğâne bir sûrette, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beyân etmiştir. Cenâb-ı Hak, o vefât dakikasında o sesi işittirip, ona alâmet etmiştir.
Lügatçe;
teşbih: Benzetmek, benzetilmek; benzetiş-temsil: Örnek, birşeyin aynısını veya mislini yapma-mürûr-u zaman: Zamanın geçmesi; zaman aşımı-hakikat-i maddiye: maddî gerçek-Sevr: Öküz-Hûd: Balık-âlem-i misâl: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem-berrî ve bahrî hayvanât: Kara ve deniz canlıları-nâzır: Nezaret eden, gözlemci-huzur-u Nebevî: Peygamberin huzuru, yanı-tedennî: alçalma, gerileme-esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı-sukût: düşme, alçalma.
İşte bu temsil gibi, zehirli bir bal hükmünde olan gayr-i meşrû dairedeki gençliğin sefâhetkârâne zevkleri, hazîne-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesîkası olan imânı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümât kapısı olan kabrin musîbetine, aynen zâhiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar fark etmeyerek, her vakit ecel celladı başını kesmek için gelebilir. Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesât-ı gayr-i meşrûayı terk edip, tılsım-ı Kur'ânî olan İmân ve ferâizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderât-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazînesi biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiyâ aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesâba gelmeyen ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.
Elhâsıl: Gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimâl ile, israfât ile gelen evhamlı hastalıkla hastahânelere ve taşkınlıklarıyla hapishânelere veya sefâlethânelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhânelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahânelerin ekseriyetle lisân-ı halinden, gençlik sâikasıyla israfât ve sû-i istimâlden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishânelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-i meşrû dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemâdiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfe'l-kuburun müşâhedâtıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehâdetiyle, ekser azablar gençlik sû-i istimâlâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.
Hem, nev-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz; elbette, ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile, 'Eyvah, gençliğimizi bâd-i hevâ, belki zararlı zâyi ettik! Sakın bizim gibi yapmayınız' diyecekler. Çünkü, beş on senelik gençliğin gayr-i meşrû zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette Cehennem ve sakar belâsını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde, sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünkü, 'Zarara rızâsıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.'
Cenâb-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın câzibedar fitnesinden kurtarsın ve muhâfaza eylesin. Âmin.
Lügatçe;
gayr-i meşrû: Helâl olmayan, dine aykırı, dinen yasaklanmış olan-sefâhetkârâne: Boşu boşuna, zevk ve eğlenceye dalarak-saadet-i sermediye: Bitmeyen, dâimî saadet-ebedî zulümât: Daimi karanlık. Cehennem-hevesât-ı gayr-i meşrûa: Haram olan hevesler, şeytanî istekler-tılsım-ı Kur'ânî: Kur`ân`ın gayet tesirli, derin hakîkatleri, sırları-ferâiz: Farz kılınan ibâdetler, farzlar; Allah`ın yapılmasını mecbur tuttuğu kesin emirleri-mukadderât-ı beşer: İnsanların başına gelen ve gelecek olan hâdiseler-sû-i istimâl: Birşeyi kötüye kullanma-sefâlethâne: Sefâlet yeri. Yoksulluk, perişaniyet yeri-âlem-i berzah: Ruhların Kıyâmete kadar bekledikleri âlem-ehl-i keşfe'l-kubur: Kâbir âleminde olanları bilen, kabirdeki ölünün hâllerini keşfedip doğru olarak haber veren evliyâ-müşâhedât: Gözle görmeler, seyretmeler-bâd-i hevâ: boşuboşuna.