Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Mâlik-i Hakikîden gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur.
Bediüzzaman
Madem her vakit ecel gelebilir;
eğer insanı gaflet içinde yakalasa,
ebedî hayatına çok zarar verebilir.
Bediüzzaman
İşte vahdette [birlikte] nihayetsiz [sonsuz] kolaylık ve dalâlette [sapıklıkta] ve şirkte[ortak koşmakta] hadsiz[sonsuz] müşkilâtın [zorlukların] bir sırrını anla, âyeti ne kadar hakikatli ve doğru ve yüksek bir hakikati ifade ettiğini bil.
ÜÇÜNCÜ SUAL: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî [hidâyete eren, iman eden] diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icad edilmiyor ve hiçbir şey idam edilmiyor; yalnız bir terkip [düzenleme, bir araya getirme], bir tahlildir ki, kâinat fabrikasını işlettiriyor.’”
Elcevap: Nur-u Kur’ân [kur’an nuru] ile mevcudata [varlıklara] bakmayan feylesofların [filozofların] en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat [yarttılmış tüm varlıklar] ve esbab [sebepler] vasıtasıyla bu mevcudatın [varlıkların] teşekkülât[şekillenmeleri] ve vücutlarını [oluşumlarını]—sabıkan[daha önce] ispat ettiğimiz tarzda—imtinâ[imkânsızlık] derecesinde müşkilâtlı [çok zorluk] gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı Sofestâî [Allah'ı kabul etmemek için kâinatı ve kendi varlığını da inkâr eden; Yanlışı söz oyunları ve kelime hileleriyle kabul ettirmeye çalışan, safsatacı.; Eski Yunan felsefesinde hiçbir şeyin mutlak hakikatinin olmadığı, her şeyin ölçüsünün insanın bilgisine dayalı olduğu inancını savunarak değerleri ve ahlakı sorgulayarak tahrip etmeye çalışan kimseler] olup, insanın hassası [nitelikği,özellği] olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, kâinatın vücudunu [varlığını] inkâr [ret] etmeyi, hattâ kendilerinin vücutlarını [varlıklarını] dahi inkâr etmesini, dalâlet [sapıklık] mesleğinde esbab [sebepler] ve tabiatın [yaratılmış tüm varlıkların] icad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinatı inkâr edip cehl-i mutlaka [tam bir cahilliğe] düşmüşler.
İkinci güruh[topluluk,taraf] bakmışlar ki, dalâlette [sapıklıklta], esbab [sebepler] ve tabiat [yaratılmış tüm varlıklar] mûcid olmak [yoktan var etmek] noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı, hadsiz müşkilâtı [zorluğu] var. Ve tavr-ı aklın haricinde [akılın kapsamının çok ötesinde] bir iktidar [güç, kuvvet] iktiza ediyor [gerektiriyor]. Onun için, bilmecburiye[mecburen], icadı [yoktan var etmeyi] inkâr ediyorlar, “Yoktan var olmaz” diyorlar. Ve idamı da muhal [imkansızlık] görüyorlar, “Var yok olmaz” hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrat [zerrelerin hareketteri] ile, tesadüf rüzgârlarıyla bir terkip [Birleştirme] ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i itibariye tahayyül [hayal] ediyorlar.
İşte, sen gel, ahmaklığın [Pek akılsız, sersem, budala, kalın kafalı, şaşkın, zekaca gelişmemiş olmaklığın] ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör! Ve dalâlet [hak olandan ayrılmak], insanı ne kadar maskara[Gülünç, soytarı, Rezil] ve süflî [alçak, âdi] ve eçhel [cahil] yaptığını bil, ibret al.
Acaba her senede dört yüz bin envâı [türleri] birden[birlikte] zemin [yer] yüzünde icad [yoktan var] eden; ve semâvat [gök yüzü] ve arzı [yeri] altı günde halk eden[yaratan]; ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san’atlı, hikmetli, zîhayat [hayat sahibi] bir kâinatı inşa eden [yapan] bir kudret-i ezeliye, bir ilm-i ezelînin [başlangıcı olmayan bir güç ve ilim sahibinin] dairesinde plânları ve miktarları taayyün eden [belirlenen] mevcudat-ı ilmiyeyi [başkası tarafından görünmeyen, Allah’ın ilim dairesindeki varlıkları], göze göstermeyen bir ecza[Eczacılıkta, ilaç yapmada kullanılan çeşitli maddeler] ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir ecza misilli [turnusol kağıdı gibi], gayet kolay o mâdûmât-ı hariciye olan [görünürde maddî yapısı olmayan] mevcudat-ı ilmiyeye [ilmen var olana] vücud-u haricî vermeyi [görünen bir vücut giydirmeyi] o kudret-i ezeliyeden [güc ve kudretinin başlangıcı ve sınırı olmayan Allah’tan] uzak görmek ve icadı [yoktan var etmeyi] inkâr [ret] etmek, evvelki güruh [topluluk] olan Sofestâîlerden [Allah'ı kabul etmemek için kâinatı ve kendi varlığını da inkâr eden. 3-Yanlışı söz oyunları ve kelime hileleriyle kabul ettirmeye çalışan, safsatacı. 4-Eski Yunan felsefesinde hiçbir şeyin mutlak hakikatinin olmadığı, her şeyin ölçüsünün insanın bilgisine dayalı olduğu inancını savunarak değerleri ve ahlakı sorgulayarak tahrip etmeye çalışan kimselerden] daha ziyade ahmakane[aklısız] ve cahilânedir.
Bu bedbahtlar [talihsizler], âciz-i mutlak [Tam âciz, her bakımdan güçsüz, zayıf] ve yalnız bir cüz-ü ihtiyarîden [küçük bir tercih etme hakkından] başka ellerinde olmayan, firavunlaşmış kendi nefisleri hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi hiçten, yoktan icad [var ] edemediklerinden ve güvendikleri esbab [sebepler] ve tabiatın [yataatılmış tüm varlıkların] ellerinde hiçten icad [yaratmak] gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: “Yoktan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bu bâtıl [yalan] ve hata düsturu Kadîr-i Mutlaka [herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah’a] teşmil etmek [maletmek] istiyorlar.
Evet, Kadîr-i Zülcelâlin[sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah’ın] iki tarzda icadı [yaratışı] var:
Biri ihtirâ’ ve ibdâ’[varlıkları maddesiz, örneksiz ve benzersiz olarak hiçten ve yoktan var etme] iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.
Diğeri inşa [var olan şeylerle farklı varlıklar yaratma] ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının [isimlerinin] cilvelerini [tecellilerini] göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından [unsurlarından] bir kısım mevcudatı[varlıkları] inşa ediyor [var olan şeylerle farklı varlıklar yaratıyor]; her emrine tâbi olan zerratları [zerreleri] ve maddeleri, rezzâkiyet [rızık vericilik] kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.
Evet, Kadîr-i Mutlakın[herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah’ın] iki tarzda, hem ibdâ’[hiçten ve yoktan var etme], hem inşa[var olan şeylerle farklı varlıklar yaratma] suretinde icadı [yaratması] var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî [devamlı], umumî [genel ] bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat [hayat sahibi türlü] mahlûkatın [yaratılmışların] şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından [zerrelerinden] başka bütün keyfiyat[özellikler, nitelikler] ve ahvallerini [hallerini,durumlarını] hiçten var eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı!
Tabiatı bırakan ve hakikate geçen zat diyor ki: “Cenâb-ı Hakka [Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah] zerrat [atomlar] adedince şükür ve hamd ve senâ ediyorum ki, kemâl-i imanı [mükemmel,tam bir imanı] kazandım, evham [vehim ve vesvesse] ve dalâletlerden [inkârcılıklardan] kurtuldum ve hiçbir şüphem de kalmadı. Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân.