MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 12.10.2011 01:24
Konu: Yn: Yn: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri

İsevîlik dini ve o dinden gelen âdât-ı müstemirresini muhafaza hesabına çalışan bir hükümetle, resmî ilânıyla, zulmetli pis menfaati için dinsizliğe ve bolşevizme yardım edip tervic eden diğer bir hükümet ki, yine hasis, pis, menfaati için İslamlarda ve Asya'da dinsizliğin intişarına taraftar olan fitnekâr ve cebbar hükümetlerle muharebe eden evvelki hükümetin şahs-ı manevisi temessül etse ve dinsizlik cereyanının bütün taraftarları da bir şahs-ı manevisi tecessüm eylese, üç cihetle bu müteaddid manaları bulunan hadisin bu zaman aynen bir manasını gösteriyor. Eğer o galip hükümet netice-i harbi kazansa, bu işârî mana dahi bir mana-yı sarih derecesine çıkar. Eğer tam kazanmasa da, yine muvafık bir mana-yı işârîdir.

Birinci cihet: Din-i İsevînin hakikîsini esas tutan İsevî ruhanilerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice başlayan cemaat tecessüm etseler, bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında, bir çocuk kadar da olamaz.

İkinci cihet: Resmî ilânıyla, 'Allah'a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslamiyeti ve İslamları himaye edeceğim' diyen bir hükümet yüz milyon küsur iken, dört yüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dört yüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere galibâne, öldürücü darbe vuran o hükümetteki muharip cemaatin şahs-ı manevisiyle, mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarların şahs-ı manevileri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nispeten küçük bir insanın nispeti gibi olur.
Bir rivayette, 'Deccal dünyayı zapteder' manası, 'ekseriyet-i mutlaka ona taraftar olur' demektir. Şimdi de öyle oldu.
Lügatçe;
âdât-ı müstemirre: Yerleşmiş âdetler; sürüp gelen gelenekler-zulmetli: Nursuz, karanlıklı-tervic: Revaç vermek, Kabul ettirip, geçerli kılmak-intişar: Yayılmak-temessül: cisimleşme, şekillenme-müteaddid: Türlü türlü, çeşitli-işârî: Bir ifâdenin birşey hakkında açıkça değil, işâret tarzındaki mânâsı-mana-yı sarih: Açıkça anlatılan mânâ, açık ifâde edilen, anlaşılan mânâ-muvafık: Uygun-tecessüm: Cisimleşme, maddeleşme-bolşevik: Rusya'da kanlı komünizm ihtilalini yapan ve bütün hür dünya milletlerinin de aynı ihtilal metotlarıyla komünizmin hâkimiyeti altına gireceğini savunan Marksist Leninist siyasî görüş ve taraftarları. (Bu görüşün temsilcileri önce Rus halkını aldattılar, onlara en çok özledikleri şeyleri va'dederek onları aldatıp kendilerine bağladılar ve cinayetlerine ortak ettiler. Sonra da va'dettiklerinin tam tersini uygulıyarak halkı köleleştirdiler. Daha sonra gerçeklerden habersiz başka milletlerin gençlerini ve işçilerini aldatarak memleketlerini komünizmin esaretine soktular. Bugün memleketimizde ve başka ülkelerde anarşizmin kaynağı bolşevizm (Komünizm) dir. Allah'ı, peygamberi, âhireti inkâr eden,vatan millet tanımayan, inançsız ve acımasız, insanları âlet olarak kullanarak milletleri içten yıkmak ve sonra hâkim olarak onları sömürmek isteyen bolşevizme ve komünizme karşı en büyük silâh Allah'a iman ve İslâmiyet'tir. Bolşevizm ve komünizm gibi üvey kardeşleri olan kapitalizm ve faşizm de insanlığa kan ve acıdan başka birşey vermemişlerdir. Gafletten uyanan insanlar, İslâmiyet'in yegâne kurtarıcı olduğunu anlamaya başlamışlardır. İstikbal İslâmındır ve İslâm'ın olacaktır) -muharip: Harbeden, savaşcı.
-
İKİNCİ ESAS: Kur'ân-ı Hakîmin hikmeti, hayat-ı şahsiyeye verdiği terbiye-i ahlâkiye ve hikmet-i felsefenin verdiği dersin muvâzenesi.
Felsefenin hâlis bir tilmizi, bir firavundur. Fakat, menfaati için en hasis şeye ibâdet eden bir firavun-u zelîldir; her menfaatli şeyi kendine rab tanır. Hem, o dinsiz şâkird, mütemerrid ve muanniddir. Fakat, bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir; şeytan gibi şahısların bir menfaat-i hasîse için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir. Hem, o dinsiz şâkird, cebbâr bir mağrurdur. Fakat, kalbinde nokta-i istinad bulmadığı için, zâtında gayet acz ile âciz bir cebbâr-ı hodfüruştur. Hem o şâkird, menfaatperest hodendiştir ki, gâye-i himmeti nefs ve batnın ve fercin hevesâtını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini bâzı menfaat-i kavmiye içinde arayan, dessas bir hodgâmdır.

Ammâ hikmet-i Kur'ân'ın hâlis tilmizi ise, bir abddir; fakat, âzam mahlûkata da ibâdete tenezzül etmez; hem, Cennet gibi âzam menfaat olan bir şeyi, gâye-i ibâdet kabul etmez bir abd-i azîzdir. Hem, tilmiz-i mütevâzidir, selîm, halîmdir; fakat, Fâtırının gayrına, daire-i izni haricinde, ihtiyârıyla tezellüle tenezzül etmez. Hem, fakir ve zayıftır, fakr ve zaafını bilir; fakat, onun Mâlik-i Kerîmi, ona iddihar ettiği uhrevî servet ile müstağnîdir ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için, kavîdir. Hem, yalnız livechillâh, rızâ-i İlâhî için, fazîlet için amel eder, çalışır.
İşte, iki hikmetin verdiği terbiye, iki tilmizin muvâzenesiyle anlaşılır.

Lügatçe;
hikmet: İlim, felsefe. İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı, Hakkı hak bilip imtisal etmek, batılı batıl bilip içtinab etmektir, Akıl, söz ve hareketteki uygunluk, Hak emre uymak-hayat-ı şahsiye: Özel hayat-hasis: âdi, değersiz-tilmiz: talebe, öğrenci-firavun-u zelîl: Alçalan, alçaklık gösteren bir firavun-mütemerrid: İnatçı, dik kafalı, hakkı kabul etmemek için direnen-muannid: İnatçı- denî: Alçak-cebbâr: Zorba, zalim-mağrur: gururlu, kendini beğenmiş-nokta-i istinad: Dayanak noktası, dayanma yeri-cebbâr-ı hodfüruş: Devamlı kendini beğendirmeye çalışan, zâlim ve gaddar insan-hodendiş: yalnızca kendini düşünen, endişe eden-gâye-i himmet: Gayret ve çâbanın maksadı-batn: Karın, mide-ferc: üreme organı, avret-menfaat-i kavmiye: milletin çıkarı-dessas: hilekâr, aldatıcı-hodgâm: kendi keyfini düşünen, bencil-abd: Kul, köle-âzam: En büyük-gâye-i ibâdet: Kulluğun gayesi-abd-i azîz: İzzetli ve şerefli kul-tilmiz-i mütevâzi: Alçak gönüllü hizmetkâr, talebe-selîm, halîm: Zararsız ve yumuşak huylu kimse-Fâtır: Benzersiz ve harika şeyleri yaratan Allah-ihtiyâr: irade, tercih gücü, istek-Mâlik-i Kerîm: Bol ihsan ve ikram sahibi olan, herşeyin gerçek sahibi Allah- iddihar: biriktirmek, saklamak-müstağnî: zengin, minnetsiz, tok gönüllü-Seyyid: Efendi, sahip-kavî: Kuvvetli, metin-livechillâh: Allah için, Allah nâmına, Allah aşkına-muvâzene: karşılaştırma.

Eğer temsili fehmettinse, bak, hakikatin yüzünü de gör:

Ammâ o müzeyyen Kur'ân ise, şu musannâ kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefe ve hükemâsıdır; diğeri, Kur'ân ve şâkirdleridir.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümânıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sayfalarında ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. Hem, her biri birer harf-i mânidar olan mevcudâta mânâ-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesâbına bakar; 'Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor' der. Ve bununla, kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor.

Ammâ, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, hurûf-u mevcudâtın tezyinâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitâb-ı kebîrin hurufâtına mânâ-i harfî ile, yani, Allah hesâbına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip, mânâ-i ismî ile, yani, mevcudâta mevcudât hesâbına bakar, öyle bahseder. 'Ne güzel yapılmış'a bedel 'Ne güzeldir' der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.

Lügatçe;
müzeyyen: Süslenmiş-musannâ: sanatlı bir şekilde yapılan-Hakîm-i Ezelî: Dâimî hüküm ve idâre sahibi olan Allah-hükemâ: Filozoflar-Kur'ân-ı azîm-i kâinat: Büyük bir Kur`ân gibi derin mânâlar ifâde eden kâinât-âlî: Yüksek, yüce-müfessir: Tefsir eden, izâh eden, anlayabildiği mânâyı söyleyen ve yazan-beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen-âyât-ı tekviniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar-harf-i mânidar: Mânâlı harf-mânâ-i harfî: bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini, yaratıcısını bildirip tanıtan, tarif eden mâna-Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah-hurûf-u mevcudât: Kendi başına birşey ifâde etmeyip, Cenab-ı Hakk`ı tanıtmakla mânâ kazanan bütün varlıklar, kâinat kitabının harfleri-kitâb-ı kebîr: Büyük kitap, kâinat-hurufât: Harfler-mânâ-i ismî: Birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı-tahkir: Hakaret etme, aşağılama-müştekî: Şikâyetçi.