MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 09.10.2011 22:26
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.
Göz ise mâneviyatta kördür.
Bediüzzaman

Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri

Âhirzamanda Hazret-i İsa (a.s.) nüzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehâdis-i sahihanın mana-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zahir ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler veya sıhhatini inkâr edip, veya hurafevâri bir mana verip, âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda avâm-ı Müslimîne zarar verirler.

Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslamiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar.

Risale-i Nur, bu gibi ehâdis-i müteşâbihenin hakiki tevillerini Kur'an feyziyle göstermiş. Şimdilik nümune olarak birtek misal beyan ederiz. Şöyle ki:
'Hazret-i İsa (a.s.) Deccalla mücadelesi zamanında, Hazret-i İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıcı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücutça o derece Deccalın heykeli Hazret-i İsa'dan büyüktür' diye meâlinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselamdan on, belki yirmi misli yüksek kametli olmak lazım gelir.

Bu rivayetin zahirî ifadesi sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafi olduğu gibi, nev-i beşerde câri olan âdetullaha muvafık düşmüyor.

Halbuki bu rivayeti, bu hadisi, (hâşâ) muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât ve o zahiri, ayn-ı hakikat itikad eden ve o hadisin bir kısım hakikatlerini gözleri gördükleri halde, daha intizar eden zahirî hocaları dahi ikaz etmek için, o hadisin, bu zamanda da ayn-ı hakikat ve tam muvafık ve mahz-ı hak müteaddit manalarından bir manası çıkmıştır. Şöyle ki:
Lügatçe;
nüzul: İnmek, Hz. İsa'nın (a.s.) semadan inişi) -ehâdis-i sahiha: Hadîs olduğuna şüphe ve itiraz bulunmayan sözler-zahir ulemalar: Kur`ân-ı Kerîm`in ve hadis-i şeriflerin zâhir (görünüşteki) mânâsına göre hüküm veren ve hakikatleri değerlendiren âlimler-hurafevâri: Uydurulmuş hikâye gibi. Saçmalayarak-muhal: İmkânsız; olması mümkün olmayan-avâm-ı Müslimîn: Müslümanların anlayışı basit olan halk tabakası-Mülhid: Dinsiz, din düşmanı-serrişte: Başa kakma-tezyifkârâne: Küçük düşürürcesine-ehâdis-i müteşâbihe: Teşbih ve temsil yoluyla hakikatleri anlatan, mecâzi mânâda söylenen hadisler-tevil: Bir fikir veya sözden bir başka mânâ çıkarmak; anlaşılması zor olan âyet ve hadîslerde ne kast edildiğini ve ince mânâları bildirme-arşın: 68 cm olan eski bir uzunluk ölçüsü-sırr-ı teklif: İnsanların dünyaya gelip, Allah tarafından bazı vazifelerle sorumlu tutulmasının sırrı-münafi: Zıt, ters, aykırı-âdetullah: Allah`ın tabiata koyduğu yaratılış kanunları-muvafık: Uygun-iskât: Susturma-ayn-ı hakikat: Gerçeğin ta kendisi-intizar: Gözleme, ümit ederek bekleme-mahz-ı hak: Tam doğru.

Ve o ejderha ağzı bahçe kapısına inkılâb etmesi ise işarettir ki, kabir, ehl-i dalâlet ve tuğyan için vahşet ve nisyan içinde zindan gibi sıkıntılı ve bir ejderha batnı gibi dar bir mezara açılan bir kapı olduğu halde, ehl-i Kur'ân ve İmân için zindan-ı dünyadan bostan-ı bekâya ve meydan-ı imtihandan ravza-i cinâna ve zahmet-i hayattan rahmet-i Rahmâna açılan bir kapıdır.
Ve o vahşî aslanın dahi mûnis bir hizmetkâra dönmesi ve musahhar bir at olması ise, işarettir ki, mevt, ehl-i dalâlet için bütün mahbubâtından elîm bir firâk-ı ebedîdir. Hem, kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahşet ve yalnızlık içinde, zindan-ı mezara ithal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmaya vesîledir. Hem, hakiki vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vâsıtadır. Hem, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir dâvettir. Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil, ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem, ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimâtından bir paydostur.

Elhâsıl: Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zâhiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim, hayat-ı bâkiyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne kadar fenâ ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cennetin intizar salonu hükmünde gördüğü için, hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder.

Lügatçe;
ehl-i dalâlet ve tuğyan: Doğru ve hak yoldan sapan azgınlar, îmân ve İslâmdan çıkmış olanlar-nisyan: Unutma, unutkanlık-batn: Karın, mide-ravza-i cinân:Cennet bahçesi-musahhar: Emre verilmiş, itaatkâr-mevt: Ölüm-mahbubât: Sevilenler-firâk-ı ebedî: Ebedi, sonsuz ayrılık-cennet-i kâzibe-i dünyeviye: Yalancı dünya cenneti-zindan-ı mezar: Mezar zindanı; Allah`ı tanımayan ve itaat etmeyenler için bir zindan hükmünde olan mezar-bostan-ı cinân: Cennet bahçeleri-ahz-ı ücret: Ücret alma-ubûdiyet: Kulluk-hayat-ı fâniye: Geçici, fani dünya hayatı-hayat-ı bâkiye: Bitmeyen, sonsuz hayat, âhiret hayatı-müteveccih: Yönelmiş, dönmüş, bir yere doğru yola çıkan-saadet-i dâreyn: İki cihan saadeti, dünya ve âhiret saadeti-intizar salonu: Bekleme salonu.