MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 05.10.2011 23:32
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..] Bu maili herkese gönderin!

Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri

Sonra dediler: 'Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile 'Süfyan' olduğu bilinecek.'

Ben de cevaben dedim: 'Bir darb-ı mesel var. Çok israflı adama eli deliktir denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zâyi oluyor deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya müptelâ olup, onunla hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak.'
(Not: Dikkat edilirse bu soruları İstanbul hocaları 1908 yılında Üstaddan sormuşlar ve o zaman daha ne şapka devrimi ne cumhuriyet ne de M.Kemal vardı. Şefkat)
Sen bir mevcutsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye [herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah’a] kendini versen, bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz [sınırsız] kudretiyle, seni bir anda halk eder [yaratır]. Eğer sen kendini Ona vermezsen, belki esbab-ı maddiyeye [maddi sebeplere] ve tabiata [yaratılmış varlıklara] isnad etsen [dayandırsan], o vakit sen, kâinatın muntazam [eksiksiz] bir hülâsası [özeti], meyvesi ve küçük bir fihristesi ve listesi olduğundan; seni yapmak için kâinatı ve anâsırı [unsurları] ince elekle eleyip hassas ölçülerle aktâr-ı âlemden [alemin dört bir yanından] senin vücudundaki maddeleri toplamak lâzım gelir. Çünkü esbab-ı maddiye [maddi sebepler] yalnız terkip eder [bir araya getirir], toplar. Kendilerinde bulunmayanı hiçten, yoktan yapamadıkları, bütün ehl-i akıl yanında musaddaktır[tasdik edilmiştir]. Öyleyse, küçük bir zîhayatın [canlının] cismini aktâr-ı âlemden [alemin hertarafından] toplamaya mecbur olurlar. İşte vahdette ve tevhidde ne kadar kolaylık ve şirkte [otak koşmakta] ve dalâlette[sapıklıkta] ne kadar müşkilât [zorluk] var olduğunu anla.
Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder—nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi [kulu] ve memlûküdür [kölesidir]—hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına [en yüksek derecedeki haklarına] karşı bir tecavüz [saldırı], bir zulümdür [haksızlıktır]. Evet, nasıl ki küfür [inkar], mevcudata [yaratılmışlara] karşı bir tahkirdir [aşağılamaktır]; terk-i ibadet [ibadetin terki] dahi, kâinatın kemâlâtını [mükemmelliğini, noksansızlığını] bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye [Allah’ın gözettiği fayda ve gayeye] karşı bir tecavüz [saldırı] olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak [hak etmiş] olur.
İşte bu istihkakı [hak edişi] ve mezkûr [bahsedilen] hakikati [gerçeği] ifade etmek için, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, mucizâne bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi [ifade tarzını] ihtiyar [tercih] ederek, tam tamına hakikat-i belâgat [sözü güzel ifadelerle yerli yerinde anlatma] olan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat [halin icabına uygun söz] ediyor.

İKİNCİ SUAL: Tabiattan vazgeçen ve imana gelen zat diyor ki: “Her mevcut [varlık], her cihette [her yönüyle], her işinde ve herşeyinde ve her şe’ninde meşiet-i İlâhiyeye [Allah’ın kendisine özel istek, arzu ve muradı] ve kudret-i Rabbâniyeye tâbi olması, çok azîm [büyük] bir hakikattir. Azameti [büyüklüğü] cihetinde dar zihinlerimize sıkışmıyor. Halbuki gözümüzle gördüğümüz bu nihayet derecede mebzuliyet [bolluk, ucuzluk], hem hilkat ve icad-ı eşyadaki [eşyanın yaratılışındaki] hadsiz [sınırsız] suhulet [kolaylık], hem sabık [önceki] burhanlarınızla [delillerimizde] tahakkuk eden [ortayaçıkan], vahdet [birlik] yolundaki icad-ı eşyada [eşyanın icad edilmesinde] nihayet [sonsuz] derecede kolaylık ve suhulet, hem nass-ı Kur’ân [Kur'ân-ı Kerîm'in kesin, şüpheye ihtimal bırakmayan hükmü] ile beyan edilen
gibi âyetlerin sarahaten [açıkça] gösterdikleri nihayet derecede kolaylık, o hakikat-i azîmeyi [üyük gerçeği], en makbul [Geçerli, mûteber] ve en mâkul [kabul edilebilir] bir mesele olduğunu gösteriyorlar. Bu kolaylığın sırrı ve hikmeti nedir? ”
Elcevap: Yirminci Mektubun Onuncu Kelimesi olan 3 و َ ه ُ و َ ع َ ل ٰ ى ك ُ ل ِ ّ ش َ ى ْ ء ٍ ق َ د ِ ي ر ٌ beyanında, o sır gayet vâzıh [açık] ve kat’î [kesin] ve mukni [ikna edici] bir tarzda beyan edilmiş [açıklanmış]. Hususan [özellikle] o mektubun zeylinde [ekinde] daha ziyade vuzuhla [izahatlı] ispat edilmiş ki, bütün mevcudat [varlıklar], Sâni-i Vâhide [bir ve tek olan ve her şeyi san’atla yaratan Allah’a] isnad edildiği [dayandırldığı] vakit, birtek mevcut [varlık] hükmünde kolaylaşır. Eğer Vâhid-i Ehade [bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah’a] verilmezse, birtek mahlûkun [yaratılmışın] icadı [yoktan var edilişi] bütün mevcudat [varlıklar] kadar müşkülleşir [zorlaşır]. Ve bir çekirdek, bir ağaç kadar suubetli [zor] olur.
Eğer Sâni-i Hakikîsine [her şeyin gerçek anlamda san’atkârı ve yaratıcısı olan Allah] verilse, kâinat bir ağaç gibi ve ağaç bir çekirdek gibi ve Cennet bir bahar gibi ve bahar bir çiçek gibi kolaylaşır, suhulet [kolaylık] peydâ eder [görünür].