MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 03.10.2011 18:43
Konu: Yn: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri

Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: 'Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır.'
Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı ('Mü'minler ancak kardeştirler.' Hucurat Sûresi: 49:10.) kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, ('Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir.' Hadis) düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.

Lügatçe;
Süfyan: Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına vesile olacağı sahih hadislerle bildirilen dehşetli dinsiz ve münâfık bir şahıs, İslâm deccalı-Deccal: Hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren. (Deccal'ın Cennet dediği Cehennem gibi, Cehennem dediği de Cennet gibi olacağı rivâyet edilir) . Sahih hadislerin ihbarı ve din büyüklerinin izah ve kabulleri ile, âhirzamanda gelecek ve Risâlet-i Ahmediyeyi inkâr edip İslâmiyeti tahribe çalışacak ve dünyayı fesâda verecek çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan dehşetli bir şahıstır. Bir hadis rivâyetinde üç deccal, diğerinde yirmiyedi deccal geleceği Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm tarafından bildirilmiştir-nifak: Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük-zındıka: Kâfirlik, dinsizlik-eşhâs-ı müdhişe-i muzırra: Müdhiş, dehşetli ve çok zararlı şahıslar-şikak: Nifak, ikilik, ittifaksızlık-hercümerc: Darmadağın, allak bullak, karmakarışık-Zillet: Aşağılık, horluk, alçaklık-tahassun: Korunmak. İstihkâma çekilmek. Tahkim edilmiş bir yere sığınmak-muvazene: Denge-husumetkârâne: Düşmanca-düstur-u âliye: Yüce prensip, kaide-düstur-u hayat: Hayat prensibi, kaidesi-şekavet-i uhreviye: Ahirette kötü duruma düşme, mutsuz olma, âhirette belâ ve zillete düşmek.

Şu dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini; ve eğer Din-i Hak olmazsa, dünya bir zindan olması ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduğunu; ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran (Ey her şeyin sahibi, mâliki ve idarecisi olan Allah!) ve ('Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.' Saffât Sûresi: 35; Muhammed Sûresi: 19) olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Eski zamanda, iki kardeş, uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide, tâ yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular:

'Hangi yol iyidir? '

O dahi onlara dedi ki:

'Sağ yolda, kanun ve nizâma tebâiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise, serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekâvet vardır. Şimdi intihabdaki ihtiyar sizdedir.'

Bunu dinledikten sonra güzel huylu kardeş sağ yola ('Allah'a tevekkül ettim' Hûd Sûresi: 56) deyip gitti. Ve nizam ve intizama tebâiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zâhiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:

İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide, tâ hâlî bir sahrâya girdi. Birden müthiş bir sadâ işitti. Baktı ki, dehşetli bir aslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı. Tâ altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi. Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp, elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı, gördü ki, aslan nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüb etmiş. Ağzı, kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı, muzır haşerât etrafını almışlar. Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır. Fakat hârika olarak, muhtelif, çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar başında yemişler var.
İşte, şu adam, sû-i fehminden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu âdi bir iş değildir. Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acîb işler içinde garip esrar var. Ve pek büyük bir işlettirici var olduğunu intikal etmedi. Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı, şu elîm vaziyetten gizli feryat ve figân ettikleri halde; nefs-i emmâresi, güyâ birşey yokmuş gibi tecâhül edip, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi o ağacın meyvelerini yemeye başladı. Halbuki, o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi.

Bir hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş: Yani, 'Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muâmele ederim.' İşte bu bedbaht adam, sû-i zan ile ve akılsızlığı ile, gördüğünü âdi ve ayn-ı hakikat telâkkî etti. Ve öyle de muâmele gördü. Ve görüyor. Ve görecek. Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azab çekiyor. Biz de, şu meş'umu, bu azabda bırakıp döneceğiz. Tâ öteki kardeşin halini anlayacağız.
Lügatçe;
tılsım: Herkesin bilip çözemediği gizli sır-zulümât: karanlıklar-tebâiyet: uyma, tabi olma-intihab: seçme-ihtiyar: irade, tercih-hâlî: boş, ıssız-arşın: yaklaşık 68 cm’lik bir ölçü birimi-takarrüb: Yaklaşmak-sû-i fehm: Kötü anlayış-esrar: Gizli sırlar-tecâhül: Bilmezlikten gelme, bilmiyor görünme-âdi: Basit, sıradan-ayn-ı hakikat: Gerçeğin ta kendisi-meş'um: Kötü. Uğursuz.