MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 30.09.2011 00:16
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

('Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir' Nahl Sûresi: 128.)
Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek ne derece hakiki bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münâsip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Seferberlikte, bir taburda, biri muallem vazifeperver, diğeri acemi nefisperver iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer tâlime ve cihâda dikkat eder, erzak ve tâyinâtını hiç düşünmezdi. Çünkü anlamış ki, onu beslemek ve cihazâtını vermek, hasta olsa tedâvi etmek, hattâ indelhâce lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi tâlim ve cihaddır. Fakat, bâzı erzak ve cihazât işlerinde işler: Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir.

Ona sorulsa, 'Ne yapıyorsun? '

'Devletin angaryasını çekiyorum,' der. Demiyor, 'Nafakam için çalışıyorum.'

Diğer şikemperver ve acemi nefer ise, tâlime ve harbe dikkat etmezdi. 'O devlet işidir. Bana ne! ' derdi. Dâim nafakasını düşünüp, onun peşinde dolaşır, taburu terk eder, çarşıya gider, alış veriş ederdi.

Bir gün, muallem arkadaşı ona dedi:

'Birâder, asıl vazifen tâlim ve muharebedir. Sen onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimat et. O seni aç bırakmaz. O, onun vazifesidir. Hem sen âciz ve fakirsin, her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücâhede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana, 'âsidir' der, ceza verirler.

'Evet, iki vazife peşimizde görünüyor: Biri padişahın vazifesidir, bâzan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir; diğeri bizim vazifemizdir, padişah bize teshîlât ile yardım eder ki, tâlim ve harptir.'

Acaba o serseri nefer, o mücâhid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır, anlarsın!
Lügatçe;
fıtrî: yaratılışa, fıtrata uygun-netice-i hilkat-i beşeriye: İnsanın yaratılışının neticesi-muallem: Eğitim görmüş, bilgili-nefisperver:Nefsini çok seven, nefsi isteklerine çok düşkün-indelhâce: ihtiyaç duyulduğunda, gerekirse-angarya: Karşılıksız, ücretsiz yapılan iş-şikemperver: Mideye düşkün-teshîlât: Kolaylaştırmalar.
Suâl: Nedir?

Elcevap: Emâneti sahib-i hakikisine satmak. İşte o satışta, beş derece, kâr içinde kâr var.
Birinci kâr: Fânî mal bekâ bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder. Bâkî meyveler verir. O vakit, ömür dakikaları, âdetâ tohumlar, çekirdekler hükmünde, zâhiren fenâ bulur, çürür. Fakat, âlem-i bekâda saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyâdar, mûnis birer manzara olurlar.
İkinci kâr: Cennet gibi bir fiat veriliyor.
Lügatçe;
sahib-i hakiki: Her şeyin gerçek sahibi olan Allah-bekâ: devamlılık, sonsuzluk-Kayyûm-u Bâkî: Varlığı ve diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, dâimî herşeye her hususta iktidarı olan Allah-ömr-ü zâil:Geçici, kaybolan, yok olup giden ömür-fenâ: Yokluk, yok olma-âlem-i bekâ: Sonsuzluk âlemi, ahiret alemi-âlem-i berzah: Ruhların Kıyâmete kadar bekledikleri âlem-ziyâdar: Işıklı, parlak-mûnis: sevimli, dost, itaatkâr.