Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
“Okul, yeni rejimin ortaya çıkarmak istediği yeni insanın kışlasıdır. Bu kışlanın kumandanı da başöğretmen M. Atatürk’tür. Atatürk heykeli devletin ete kemiğe büründüğü ve yedi yaşında sizinle ilk muhatap olduğu yüzü. Atatürk heykeline zarar verdiği için bir ineğe ceza verildi, hatta sahipleri ineği kesti. Bir ineğin bile Atatürk’e karşı suç işlediği düşünülen bir ülkede yaşıyoruz.”
ATATÜRK HEYKELİ, KÖŞESİ VE FOTOĞRAFI NE ANLATIYOR
“Okul bahçesinde Atatürk heykelinin önünde yemin ettikten ve okul koridorunda Atatürk köşesini geçtikten sonra sınıfa girdiğinizde size üstten bakan Atatürk fotoğrafıyla karşılaşıyorsunuz. O portreler sağdan baktığınızda sağa, soldan baktığınızda sola, karşıdan baktığınızda karşıya bakıyor etkisi yapıyor. Ödevini yapmadığında Atatürk’ün kızgın baktığını söyleyen çocuklar çok.”
“Okul kışla, kumandanı başöğretmen Atatürk! ”
Bilgi Üniversitesinden Esra Elmas “Sevgili Atatürkçüğüm” kitabıyla Atatürk figürünün çocuklarını zihin dünyasında nasıl bir iz bıraktığını sorguladı.
Cumhuriyetin yeni “Makul vatandaş” oluşturmada ideolojik bir aygıt olarak kullandığı okulların iç yüzünü Esra Elmas’la konuştuk. Bir çok velinin kendisini sorgulamasına vesile olacak röportaj bakalım sizin için okul yıllarınızdan neler çağrıştırılacak?
“Sevgili Atatürkçüğüm” kitabını yazma fikri nereden ortaya çıktı?
Bu kitap yüksek lisans çalışmamın sonucudur. Yüksek lisans sırasında gündelik hayat dersinde bazı konuları tartışırken “Çocuklar Atatürk’ü nasıl algılıyor? ” diye bir soru ortaya atıldı. Sonra okula gittiğim zamanlarda ki Atatürk algımı sorguladım. Bu sorgulama etrafımdaki insanları da kapsadı. Yakınımdaki insanlara bu soruyu soruyordum. İlginçtir bir hocam “Lise sona kadar nerede Atatürk heykeli görsem selâm veriyordum” dedi. Annem “10 Kasım’da ağlayamadığım için kendimi suçlu hissederdim” dedi. Arkadaşımın annem gibi kendini cumhuriyet kadını olarak gören annesi ise birgün misafir gittiği yerdeki büyük odayı görünce “Atatürk buraya sığar mı? ” demiş. Hikâyeler ilginç gelmeye başladığında konu üzerinde yüksek lisans yapmaya karar verdim.
Araştırmanıza nereden başladınız?
Bir senelik süreç çeşitli ortamlarda soru sorarak geçti. İlkokul çocuklarına Atatürk’le ilgili sorular sorduk. Onlara resimler yaptırdık. Buradan çıkan sonuç aslında okul çocuklarının sürekli onunla ilişki kurarak hayatı anlamlandırdığıydı. Kendime dönüp baktığımda ise hırka üstümde ant içtiğim seramoninin fotoğrafı canlanır gozümde. Neredeyse bütün detayları hatırlıyorum. Bir şey beni çok etkilemiş ya da çok sarsmış ki bu kadar detay hatırlayabiliyorum. Benim için bunun adı “Niye törenlerde ağlayamıyorum”du. Çünkü başından beri çok sevmen gerektiği öğretilmişti.
Peki bugün öğretmenler bu seramoninin abartıldığını düşünüyorlar mı?
Bir zamanlar aynı sürece tabi tutulan öğretmenlerin şimdi aynı şeyleri karşı tarafa aktarırken işin tuhaflığını fark ettiğini düşünüyorum. Bir çok öğretmenden “Her sabah da toplanılmaz ki” dendiğini duydum. Ancak bütün öğretmenler “Devlet memuru” ve uymaları gereken kanunlar var. Bu sadece Atatürk’le ilgili bir konu değil. Siyasî bir duruşları olmaları bile kabul edilemez bir şey. Hepimiz Türkiye’deki siyasal atmosferin realitesinin farkındayız. Başımıza ne işler açılacağını biliyoruz. Eleştirmenin kötülemek anlamına gelmediğini okumuş insanlarımıza bile anlatamıyoruz. Savcılarımız bile bazı konular üzerinden dâvâ açabiliyorlar.
Siz merasimlerin militarist bir nizamın parçası olduğunu düşünüyor musunuz?
Kışlanın kurgusuyla okulun kurgusu aynı. Belki aralarındaki fark üniformanın rengi kadar birkaç şeyde ortaya çıkabilir. Okulun kapısındaki merasimde hiyerarşik bir yapı var. Ritüeli organize eden bir öğretmen ve başta müdür bulunuyor. Komuta eden öğrencilere “Rahat-hazır” diye bağırıyor. Konuşmanız, ses çıkarmanız istenmiyor. Gayet militarist bir alan…
Dolayısıyla çocuk ve okul özelinde şekillenen pedagoji “vekâletten türeyen bir vesayet” anlayışı altında şekillenir. Okul, yeni rejimin yaratmak istediği yeni insanın kışlasıdır. Bu kışlanın kumandanı da hiç kuşku yok ki başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Sizce öğrencilerin önünde hizaya çekildiği Atatürk heykeli neyi temsil ediyor?
Atatürk heykeli devletin ete kemiğe büründüğü yüzü. Devletin yedi yaşında sizinle muhatap olduğu ilk yüzey. Belki çocuk aklınızla bu cümleyi böyle kurgulamıyorsunuz, ancak onun fotoğrafını karalamayacağınızı, heykeline zarar veremeyeceğinizi biliyorsunuz. Atatürk heykeline zarar verdiği için bu ülkede ineğe ceza verildi, hatta sahipleri ineği kesti. Bir ineğin bile Atatürk’e karşı suç işlediği düşünülen bir ülkede yaşıyoruz.
Bu durum çocuklara nasıl yansıyor?
Çocuk; aklı olmayan, hiçbir şeyden anlamayan varlık olarak algılanıyor, ancak çocuklar adı konulmamış her türlü otoritenin kokusunu alabilecek varlıklar. Otoritenin neyi temsil ettiğine dair derin sezgileri var. Sorsanız bu otoritenin adına devlet demez “Müdür disipline gönderir” der. Okul bahçesinde cezalarla örülü bir obje olan Atatürk heykelinin ve Türk Bayrağının önünde varlığınızı Türk varlığına armağan edeceğinize dair yeminler ediyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir kurgu olamaz!
Ama bunun adına çağdaş eğitim diyorlar…
Bu mizansenin de kendi içinde tutarsız ve çelişkili tarafları var. Siz okula girdiğiniz andan itibaren aklın önderliğinde bilimin ışığında her şeyi çözmeye soyunduruluyorsunuz. Kemalist ideolojiyle şekillenmiş eğitim sisteminde “Yemin” ediyorsunuz. Bu bilimin rehberliğinde açıklanacak bir durum mu? Dindar çevreden gelenler çocuklar için düşündüğümüzde ortada kutsal bir kitap mı var? Sonuçta bilim değişmez bir doğruyu kabul etmez.
Kemalist ideolojide zaten okul dinin dışlandığı bir yer olarak kurgulanmamış mı?
Böyle bir durum dünyanın her yerinde var. Bir zamanların Fransa’sı da böyle. Okulla kilise arasında müthiş bir kavga var. Fransa “Çocuklar kimin olacak? ” tartışmasının en yüksek düzeyde yaşandığı ülkelerden biri. Bir kere aydınlanma dediğimiz hadise başladığı andan itibaren kamusal alanı sekülerleştirme operasyonunun da parçası oldu. Dinî figürler tasfiye edilip yerine dünyevî figürler konuldu. Peygamberlerin yerini bilim adamları aldı. Ben Atatürk’ü bu tartışmalar bağlamında kamusal figür olarak değerlendiririm. Bu benim açımdan ne aşk ne de nefret ilişkisidir.
Atatürk, pozitivizmin ve doğa bilimlerinin bilme tarzıyla bilmeye çalışan sosyal bilim anlayışının büyük oranda eleştirildiği günümüz dünyasında, sahiplenici ve kullanıcıları tarafından bilimci, pozitivist ve aydınlanmacı bir dünya görüşü bağlamında sahip çıkılan bir figür olarak açıklanırken, mevcut ve öteden beri “sahip çıkılma” biçimi ve bu biçime eşlik eden söylemi/içeriğiyle bizzat simgelediğine inanılan değerlerle dahi çelişmektedir. Atatürk kültü din tarafından şekillendirilen bir dünya algısına karşıt olarak konumlandırılırken, bu karşı konumlandırmanın kendisini Atatürk’ün mesiyanik liderliğinde başka türlü bir din yaratımının varlığına işaret etmektedir.
Okullardan dinin tasfiye edilmesi, peygamberlerin yerini dünyevî zatların alması Müslüman kesim açısından zor bir süreç değil mi?
Kendimi böyle tanımlamıyorum, ama Müslümanlık içinden konuşmak gerekirse eğer Allah’ınız varsa kendinize mutlak bir yüz belirlemeniz dine ters düşer.
Gayrimüslim ya da Müslüman çocuklar bu konuda ne düşünüyorlar diye merak ettiniz mi?
Çok güzel bir soru, ama benim araştırmamda dinî çevrelerin bakış açısını değerlendiren içerik yoktu. Ancak araştırmamda benim için yeni bir veri ortaya çıktı. Sorular sorduğum özel ve devlet okullarındaki öğrencilerden çalışmamı sorgulayan devlet okullarındaki öğrencilerdi. “Başınıza bir şey gelebilir” diye uyaran ilkokul çocukları oldu. Atatürk’le ilgili ileri gidemeyeceklerini, eleştiri yapamayacaklarını biliyorlardı.
Aslında eleştirememenin beraberinde kendi içinde bir itiraz kültürü de oluşmuyor mu?
Çok şükür ki öyle. Sosyal bilimlerde en çok şükrettiğimiz şey hiçbir şeyin tasarlandığı gibi olmaması. Hayat ve insan hesaplanabilir bir şey değil.
Çocuklar Anıtkabir’le nasıl bir ilişki kuruyorlar?
Yakın çevremdeki arkadaşlarımın çocuklarından Atatürk’ü anlatan yazılar ve resimler istedim. En çok çizilen şey Anıtkabirdi. Yani Anıtkabir bu işin Kâbesi gibi. Anıtkabirin mimarisiyle ilgili bir makale okumuştum. Mezarın yapılması için bir sürü yarışmalar düzenleniyor, ancak bir türlü karar verilemiyor. Atatürk yarı tanrı olarak görüldüğü için ona lâyık kabirin oluşturulması zaman alıyor. Anıtkabire ilerlerken üstünde yürüdüğünüz taşın biri sabit biri oynuyor. Yani başınız önünüzde yürümenizi gerektirecek kadar kurgulanmış bir mimariyle karşı karşıyayız. Atatürk karşısında nasıl davranacağınıza siz değil mimarî karar veriyor. Okul bahçelerindeki Atatürk heykeli de öyle. İnsan değil soru soramıyorsunuz, ancak birileri onun adına size cevaplar veriyor. Kemalist ideolojiye göre hazırlanmış millî eğitim müfredatına göre hocalar öğrencilerine bilgi aktarıyor. Burada öğretmen ve öğrenci pasif…
Sınıflarda kara tahtanın üstünde duran Atatürk resimleri neyi ifade ediyor?
Tahtanın üstünde Atatürk portresi olması tesadüfi değil. Okul bahçesinde Atatürk heykelinin önünde yemin ettikten sonra okul koridorunda Atatürk köşesini geçtikten sonra sınıfa giriyorsunuz. Sınıfa girdiğinizde ise size üstten bakan Atatürk fotoğrafıyla karşılaşıyorsunuz. Bunlar tesadüfi şeyler değil tamamen kurgulanmış durumlar.
Kitabınızda Atatürk’ün sürekli kendini izlediğini söyleyen çocuklar da olmuş.
Evet bir çok çocuk için durum böyle. Atatürk’ün ödevini yapmadığında kızgın baktığını söyleyen çocuklar çok. O portreler sağdan baktığınızda sağa, soldan baktığınızda sola, karşıdan baktığınızda karşıya bakıyor etkisi yapıyor. Esra Özyürek bu portreleri Modernlik Nostajisi kitabında “Otoriter Kafa” olarak adlandırıyor. Türkçe’ye çevrildiğinde kötü bir çeviri oluyor.
Çocuklar Atatürk’ü sürekli kendisini izleyen manevî bir güç olarak görüyor olabilir mi?
Kamusal alanın her yeri Atatürk heykel ve fotoğraflarıyla süslenmiş durumda. Aylin Tekiner “Atatürk heykelleri” kitabında dünden bugüne durumu değerlendirir. Atatürk imgesinin siyasete girdiği dönemlerde üst noktaya çıktığını görebiliriz. Bunlardan biri 12 Eylül diğeri ise 28 Şubat dönemi. Dönemine göre değişik fotoğraflar sürüme sokuluyor. 12 Eylül döneminde doğu illerine Atatürk fotoğrafının bulunduğu “Ne mutlu Türküm diyene” yazılı levhaları yerleştirirken 28 Şubat döneminde tesettüre karşı mayolu fotoğrafları sürüme çıkıyor.
Bir de tabi, kara karga ile Atatürk’ün ilişkisi…
Bu hikâyenin meteforik olduğunu düşünüyorum. Atatürk köye gidiyor okul yok, karanlık bir köy, dar kafalılık hakim…Hikâyede birebir bunlar geçmese de size uyandırdığı his bu yönde. Bir yerde kız kardeşiyle kargaları kovalıyor. Ben kara karganın—bazıları için—“Şeriat”e, 28 Şubat'ta uğursuzluğu temsil eden çarşafa tekabül ettiğini düşünüyorum. Bu nedenle de 28 Şubatta nefretin odağın başörtüsünün olmasına şaşırmamak gerek. Ancak 28 Şubatta başörtülüler dışarıda kalırken, bu kesimin erkekleri üniversitelerine devam edebildiler. Ben Merve Kavakçı meclise girdiğinde sinirden kumandayı fırlatmış biriyim, cumhuriyetçi bir aileden geliyorum.
Fikriniz nasıl değişti?
Burslu olarak cemaat dershanesini kazanmıştık. Dershaneye Cumhuriyet Gazetesi’yle gidiyor, kullanmadığım halde kantinde sigara içiyordum. Başörtülü arkadaşlarla çokça tartıştığımızı hatırlıyorum. İlk utandığım an ise başörtüsü yasağının özel kurumlara da yani dershaneye de uygulanmasıyla oldu. (Kızlar ve erkekler şubelerinin farklı olduğunu da hatırlatmakta yarar var.) Yasak uygulandığında “Başlarını açacaklar” edasıyla dershanenin merdivenlerini hızlı hızlı çıktım. Sınıfın panjurları kapalıydı. İçeri girdik herkes başını açmış. Zafer hissi yaşayacağımı zannederken o kadar utandım ki! Benim için dönüm noktası oldu. Ben kadınların saçlarına bakarken onlar bana bakamıyordu. Kendi kendime “Bu ne” dedim. Kadınların sana bakamadığını görmek çok kötü bir şey. Allah’tan birbirimizle diyaloğa girebiliyorduk. Sonrasında üniversitelerde yasaklar başlayınca da eylemlere ben de katıldım. İnsanların aile zoruyla kapanmasına karşıyım. Bunun dışında çocuklar üzerinde devletin değil ailenin söz hakkına sahip olması çok normal. Sonuçta ben de aileme göre şekil aldım. Neden dindar birinin çocuğu kendine benzeyince gizli ajandaları olsun ki? Devlet yedi yaşında çocukları yontmaya başlıyor. Sizi sorgulayan bireyler olarak yetiştirmiyor.