Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Ondokuzuncu mesele
Rivayetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve âl-i Beyt-i Nebevîden Hazret-i Mehdînin (Radıyallahu Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hattâ bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velâyet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.
Allahu a'lem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki: Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi, her bir asır, me'yusiyet vaktinde kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdîye veyahut Mehdînin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan, rahmet-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdî âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Meselâ, siyaset âleminde Mehdî-i Abbâsî ve diyanet âleminde Gavs-ı âzam ve Şâh-ı Nakşibend ve aktâb-ı erbaa ve on iki imam gibi büyük Mehdînin bir kısım vazifelerini icra eden zatlar dahi, Mehdî hakkında gelen rivâyetlerde, medâr-ı nazar Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan, rivayetler ihtilâf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: 'Eskide çıkmış.' Her ne ise... Bu mesele Risale-i Nur'da beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki: Dünyada mütesanid hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, âl-i Beytin hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.
Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler mânevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur'âniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden âl-i Beyt, elbette âhir zamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.
Lügatçe;
âl-i Beyt-i Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) âilesi ve soyundan gelenler-me'yusiyet: Ümitsizlik-teyid: Kuvvetlendirmek, desteklemek-medâr-ı nazar: Göz önünde bulundurulması gereken-mütesanid: Birbirine dayanıp kuvvet alan-mütevafık: Birbirine uygun olan-münevver: Nurlanmış, nurlu-tekemmül: Olgunlaşma, mükemmelleşme-şeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed`in (a.s.m.) Allah`tan getirdiği İslâm dîni-hakikat-ı Furkaniye: Kur'an hakikatı-mukteza: Gereken, lâzım gelen, îcap eden.
Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedâmet eder:
'Evet, ben, işretten divâne olmuştum. Allah senden râzı olsun ki, cehennemî bir hâletten beni kurtardın' der.
Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam kâfirdir veya fâsık gâfildir. Şu dünya onun nazarında bir mâtemhâne-i umumiyedir. Bütün zîhayat firâk ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudât ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş'et edip, onu mânen tâzib eder.
Diğer adam ise mü'mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhâne-i Rahmân, bir tâlimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise terhisâttır. Vazife-i hayatını bitirenler bu dâr-ı fânîden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Tâ yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakîm memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamâttır. Bütün mevcudât, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitâbıdır. Daha bunun gibi pekçok latîf, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler imânından tecellî eder, tezâhür eder.
Demek, İmân bir mânevî Tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir Zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.
Demek selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve imândadır. Öyle ise biz dâimâ, (İslâm dinini ve mükemmel İmân nimetini ihsan ettiği için Allah'a hamd olsun) demeliyiz.
Lügatçe;
nedâmet: Pişmanlık-işret: İçki içme, alkollü içki kullanma-fâsık: Günahkâr, büyük günahları işleyen-mâtemhâne-i umumiye: Herkesin yas tuttuğu bir yer-zîhayat: Canlı-firâk ve zevâl: ayrılık ve kayboluş-tâzib: Acı çektirme, sıkıntı verme-tâlimgâh-ı beşer ve hayvan: İnsan ve hayvan için eğitim yeri-meydan-ı imtihan-ı ins ü cân: İnsan ve cinler için imtihan meydanı-vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye: Hayvan ve insanın ölümü-mesrurâne: Sevinçli-tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye: Hayvan ve insan doğumları-ahz-ı asker: Askere alma-tefrih: Ferahlandırma, gönül açma-nağamât: Nağmeler, güzel sesler-mûnis: Alışılmış, ehlîleşmiş, cana yakın, sevimli, dost, itaatkâr.