MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 17.09.2011 22:08
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..] menderesin son mektubu

'Sizlere dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki; 'Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme karar-ı metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yasayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?

Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi yine de 1950'de kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes'in ölümü sizi ebediyete kadar takib edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.'
Mektubun aslı
(Bu sözler, Adnan Menderes tarafIndan bir aracI ile GIyaseddin Emre'ye ulaştırılmıştır. Belge tarafımıza Gıyaseddin Emre tarafından verilmiştir. Öteki Menderes, s. 75)
Kaynak: Zafer dergisi, sayı: 238, Ekim 1996, s. 14
Said Nursi Menderes'e, 'Din kahramanı' derdi
Son Şahitlerden Gıyaseddin Emre anlatıyor:
'Bediüzzaman Hazretlerinin Adnan Menderes'e müteaddit defa, 'Din kahramanı' diye buyurduklarına şahid olmuşumdur.

'Adnan Menderes bir din kahramanıdır. Dine büyük hizmetleri olmuştur ve olacaktır. Fakat Adnan Bey arzu ettiği hizmetinin semeresini göremeyecektir. Benim de dine hizmetim olmuştur, ketm etmeyeyim... Ama ben de hizmetimin semeresini, Adnan Bey gibi göremeyeceğim. Her ikimizin de hizmetlerimizin semeresi, ileride görülecektir' demişlerdi.

'Bunu hatırladığım zaman bir inşirah, bir ferahlık duyuyorum. Bir kere Risale-i Nur talebeleri, yani Bediüzzaman'dan ilham almış olanların hizmetleri başkalarınkinden farklıdır.

(Son Şahitler)

('O takvâ sahipleri ki, görmedikleri halde Allah'a ve Onun bildirdiklerine İmân ederler' Bakara Sûresi: 3.)

İmânda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle.

Bir vakit, iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbîn, tâlihsiz bir tarafa; diğeri hudâbîn, bahtiyar diğer tarafa sulûk eder, giderler.

Hodbîn adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbîn olduğundan; bedbînlik cezası olarak, nazarında pek fenâ bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçareler zorba, müthiş adamların ellerinden ve tahribâtlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir mâtemhâne-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim hâleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve me'yusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdânı azab içinde kalır.

Diğeri hudâbîn, hudâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumi şenlik görüyor. Her tarafta bir sürûr, bir şehrâyin, bir cezbe ve neşe içinde zikirhâneler. Herkes ona dost ve akrabâ görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlîl ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel; şu bahtiyar hem kendi, hem umum halkın sürûru ile mesrur ve müferrah olur, hem güzelce bir ticaret eline geçer. Allah'a şükreder. Sonra döner, öteki adama rast gelir, halini anlar. Ona der:

'Yahu, sen divâne olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve tâlân etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle. Tâ şu musîbetli perde senin nazarından kalksın. Hakikati görebilesin. Zîrâ nihayet derecede âdil, merhametkâr, raîyyetperver, muktedir intizamperver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyât ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği sûrette olamaz.'
Lügatçe;
hodbîn: Enâniyetli, bencil, kibirli-hudâbîn: Cenâb-ı Hakkı tanıyan; hak ve hakîkati gören-sulûk: bir yolu tâkip etme-hodgâm: Yalnızca kendini dert edine-hodendiş: Kendisi için endişe eden-bedbîn: Kötümser, ümitsiz-mâtemhâne-i umumî: Herkesin yas tuttuğu yer-muzlim: Karanlık verici, karanlıklı, siyah-hudâperest: Allah`a ibâdet eden, dindar-hakendiş: Hakkı düşünen, hakkı arayan, doğruluk için endişe eden-sürûr: Neşe, sevinç-şehrâyin: Şenlik; büyük hâkimiyet ve kuvvete âit sevinç, donanma-terhisât-ı umumiye: Genel sevkiyat; bütün varlıkların dünyadan sevk edilmeleri, terhisleri-tehlîl: 'Lâ ilahe illallah' sözünün tekrar edilmesi-mesrurâne: Sevinçli bir şekilde-ahz-ı asker: Askere alma-müteellim: Acı çeken, elemli ve kederli olan-müferrah: Ferahlamak-tevehhüm: Zannetme, evhamlanma, yok olanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşme-raîyyetperver: Halkını seven, emrinde bulunanları seven-âsâr-ı terakkiyât ve kemâlât: Gelişme, yükselme ve olgunlaşma eserleri.