Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hep kendini düşündü, hiçbir zaman tutarlı olma cevherini tanımadı.
Hâlâ da öyle.
Çocukluğunda 'fırıl fırıl dolaşmasını' açıklama şekli psikolojik yapısını kolayca ele veriyor;
'Sonradan kıyaslama yapacağım birçok peygambersel, filozofça çıkışların bu tür yalnızlık yürüyüşlerine ihtiyacı vardı.'
Narsist kişilik ve megalomanisini çocukluğundan başlatıyor.
'Türk soluyla birlikte yürümek şöven yaklaşımlardan dolayı zorlaşıyordu' diyordu.
Ama kendini anlatırken 'Klan veya hanedan kökenli olduğuma dair pek bir veri yoktur. İkisi ortası bir familya, soylu bir aileden olma ihtimalim var' demekten çekinmemişti.
Aile, namus ve gelenek gibi cevherlere küçük yaşlarda başkaldırmıştı.
'Ailenin tüm önemli kurallarına zıt kesilmiştim. Geleneklerine, namus anlayışlarına kuşkuyla bakmam ve çiğnemem giderek artacaktı' sözleri bu sapmayı ortaya koyuyordu.
Buna rağmen 'halkın temel gerçeklerinden kopuk yaşamak bir düşkünlük, onursuzluk ve ahlaksızlık gibi geliyordu' diyerek hayatına ve takipçilerinin yaşamına mührünü vuran tutarsızlık ve ahlaksızlık her seferinde görüldü.
'Bir gün yatağımın ucunda bulduğum Sosyalizm alfabesi kitabını bitirince, adeta şöyle mırıldandığımı hatırlıyorum: Muhammet kaybetti, Marks kazandı' düşüncesiyle hayatını ve peşinden sürüklenen gafillerin kaderini çizmiş oldu.
Gençliğe adım attığı yıllarda askeri liseye gitme tutkusu zirvedeydi;
'Asıl tutkum askeri liseydi. Yaşımın tutmaması belki de en büyük hayal kırıklığına uğramama yol açtı.'
Hava Kuvvetleri Komutanı olmayı kafaya koyduğu için bu yolu takip etmesi gerekiyordu.
Şöyle anlatıyor:
'O dönem ilkokul arkadaşım Aziz'e halen hatırladığım ağacın üstünde şöyle bir öneride bulunduğumu hatırlıyorum: 'Sen Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na oyna, ben de Hava Kuvvetleri'ne; bu yolla daha iyisini gerçekleştirmeye çalışalım' yaklaşımının bu özelliği, devrimci özellik olarak daha sonraki gelişmemde hep etkili olacaktır.'
1969'da Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in cenazesine katılanlar arasında o da vardı ki, bu tavrıyla artık kendini solcu sayıyordu.
Sonuçta Hava Kuvvetleri Komutanı olamadı ama terörist başı oldu.
Öcalan, namının yayılması ve narsisizminin tatmini için ne bebek bıraktı ne kadın ne de masum başka canlar.
Her kanlı eylem ve tavsiye ettiği her terör yapılanması (KCK, DTK ve BDP) için 'demokratik' kelimesiyle başlayan konseptler ileri sürerek bu milleti kendisi ve takipçileri gibi tutarsız ve sığ zannetti.
Liderlik, tutarlılık, entelektüel birikim ve inandırıcılık açısından ne THKO'lu Deniz Gezmiş'in ne THKP/C'li Mahir Çayan'ın ne de TKP/ML'li İbrahim Kaypakkaya'nın ayağındaki toz olabilir.
Saydığım isimleri tebcil veya takdir ettiğimden değil.
Bu isimler ben katılmasam da kendi davalarına sadakatle öldüler.
Fakat biz yakalandığı anda 'emrinizdeyim, beni kullanabilirsiniz' diyen ve dizlerinin bağı çözülen bir Öcalan'dan bahsediyoruz.
Daha o anda kendi peşinden sürüklediği bedbahtları satan bir kişinin hangi liderliği, hangi düşüncesi ve hangi örgütünden bahsedilebilir?
Ankara DGM Savcısı Talat Şalk, Abdullah Öcalan'ı sorgulamıştı.
Öcalan'ın 'Beni asarlar mı' sorusuna muhatap olan savcıydı.
Savcı Şalk şöyle anlatıyor Öcalan'ın korkusunu;
'Bilgisayardaki polis memuru çok acemiydi. Bir sürü hata yapmış. Bizim Başsavcı Cevdet Bey, onları düzeltmeye uğraşıyordu.
Ben yanına yaklaştım.
'Beni asarlar mı' dedi.
İlk sorduğu soru da bu oldu ben de tabii, 'yok, Türkiye' de kaç senedir idam olmuyor' dedim.
'Ama beni asarlar mı' dedi.
'Yok, yok olmaz herhalde' dedim.
Hayati endişesi vardı, korkuyordu.'
Böylelikle Öcalan'ın nihai amacının kendini kurtarmak olduğu, bunun için dökülen kanlardan kılının kıpırdamadığı ortadadır.
Şimdilerde ANF'nin yayınladığı görüşme notlarında, kendini Hegel'in bile önünde gören bir psikozla şunları söylüyor:
'Hegel modern düşüncenin babasıdır. Ama ben onun gibi düşünmüyorum. Benim düşünce sistemim onu aştı. 400 yıllık kapitalist düşüncenin dışında yeni şeyler söylüyorum.'