MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Vuslat Yolu
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 07.09.2011 21:48
Konu: Peygamberimizin (asm) affediciliği

'Üç şey var ki onların üzerine yemin ederim. Bunlar: Sadakadan (sadaka vermekle) mal eksilmez, kul affederse Allah onun izzetini artırır, kim de Allah rızası için alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir.' (İbn-i Kesir)
Cenâb-ı Hak, birçok âyette sevgili Peygamberimizin (asm) sünnetine uymamızı emretmiştir. Sünnet-i Seniye'nin içinde farzlar, vâcipler, nâfileler olduğu gibi Peygamberimizin (asm) güzel ahlâkı da vardır. Hazret-i Aişe-i Sıddıka'ya (ra) Peygamberimizin (asm) ahlâkı sorulduğunda O'nun (asm) ahlâkının Kur'ân olduğunu söylemiştir. Kur'ân ahlâkından maksat ise Allah'ın ahlâkıdır. Yani Peygamberimiz (asm) , Kur'ân'ın emir ve yasaklarına en güzel bir şekilde uymuş ve Kur'ân'da Cenâb-ı Hakk'ın kendisini tanıttığı isim ve sıfatlarına münâsip hareket etmiştir.
Cenâb-ı Hak, kendisinde olan bazı sıfatlarının kullarında da olmasını ister. Mesela Allah, Afüvv'dür. Yani affedicidir, affedenleri sever. Allah, Gafur ve Gaffar'dır. Yani bağışlaması boldur. Bağışlayanları sever. Allah, Cevvad'dır. Yani cömerttir, cömert olanları sever. Allah, Âdil'dir. Yani adâletlidir, adâletli olanları sever. Allah, Muhsin'dir. Yani ihsan ve iyiliği boldur. İyilik edenleri sever. Bununla birlikte bazı sıfatları da vardır ki kullarında olmasını istemez. Mesela Allah, Kebîr'dir, yani kibir (büyüklük) sâhibidir; ama kibirlenenleri sevmez. Allah, Cebbâr'dır yani cebredicidir; fakat cebbârları sevmez.
Peygamberimiz (asm) bir hadis-i şerifinde: 'ت َ خ َ ل َ ّ ق ُ و ا ب ِ ا َ خ ْ ل ا َ ق ِ ا ل ل ّ ه ِ ' yani 'Ahlâk-ı İlâhiye ile ahlâklanınız' buyurmuştur. Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmak insanlığın en yüce gâyesidir. Bu noktada en güzel örnek ve model şahıs Sevgili Peygamberimizdir (asm) . Yani bizler Peygamberimize (asm) uyduğumuz ve tâbi olduğumuz zaman Kur'ân ahlâkı ile ahlâklanmış oluyoruz. Dolayısıyla da Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmış oluyoruz.
Böyle bir girişten sonra biz, Sevgili Peygamberimizin (asm) engin hoşgörüsü ve affediciliği üzerinde durmak istiyoruz.
Mâlum olduğu üzere zamanımızda insanlar barut gibiler. Küçük bir hâdise ile patlayabiliyorlar. Maalesef, gazetelerin 3. sayfaları bunun üzücü örnekleriyle doludur. Eğer biraz affedici olabilsek, hoşgörü ile yaklaşabilsek belki de bu üzücü ve can yakıcı hâdiseler olmayacak. Hoşgörü ve affetme kültürünün zayıf olduğu bir çevrede yaşadığımız için affetmeyi öğrenmemişiz. Hoşgörüyü hep karşıdan bekliyoruz. Hatta karşı taraf özür dileyip affını istese bile özrünü kabul etmiyoruz. Zâhirde özrünü kabul etsek bile gerçekte affetmiyoruz. Nefis ve şeytana uyup sözle, davranışla, îma ile bazen de iğnelemek suretiyle intikam almaya çalışıyoruz. Affedilmek hoşumuza gitse de affetmeyi sevmiyoruz.
Hepimiz hatalar yaparız ve hepimizin hoşgörüye ve affedilmeye ihtiyacı vardır. Nasıl ki biz hata yaptığımızda başkalarından hoşgörü ile yaklaşmalarını ve affetmelerini isteriz. Öyle de başkaları da bizden hoşgörü ve affedicilik isterler.
En çok hoşgörülü ve affedici olmamız gereken kişiler âile ve akrabalardır. Âile içindeki sıkıntılarda âilenin huzur ve saadet için hoşgörü ve affetmenin önemi çok büyüktür.
Daha mutlu bir âile ve daha huzurlu bir toplum için aynı zamanda can yakıcı ve üzücü hâdiselerin azalması için, Kur'ân'daki affetmeyle alâkalı âyetler ile Sevgili Peygamberimizin (asm) affediciliğine ve engin hoşgörüsüne dâir örneklerin devreye girmesi ve bizlere yol göstermesi gerekmektedir.
AFFEDİCİLİKLE ALÂKALI BAZI ÂYETLER
1. (Ey Habibim!) Af (ve kolaylık) yolunu tut. İyiliği emret ve câhillerden yüz çevir. (A'raf, 199)
2. Onlar ki bollukta ve darlıkta (mallarını Allah yolunda) sarf ederler; (kızdıkları zaman) öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah ise iyilik edenleri sever. (Âl-i İmran, 134)
3. İşte Allah'tan bir rahmet iledir ki sen onlara yumuşak davrandın. Hâlbuki kaba, katı kalpli olsaydın, elbette (onlar) etrafından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için mağfiret dile... (Âl-i İmran, 159)
4. Kim de hakikaten sabreder ve affederse şüphesiz bu, elbette azmedilecek işlerdendir. (Şûra, 43)
5. İçinizden faziletli ve servet sâhibi kimseler akrabalara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere bir şey vermemeye yemin etmesin; affetsinler, aldırmasınlar! Dikkat edin, (sizin onları bağışlamanıza mükâfaten) Allah'ın (da) sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Çünkü Allah Gafur'dur, Rahîm'dir. (Nur, 22)
6.... Eğer affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, artık şüphesiz ki Allah, Gafur (çok bağışlayan) 'dır, Rahîm (çok merhamet eden) 'dir. (Tegâbün, 14)
ENGİN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİNDEN BAZI ÖRNEKLER
1. Ebu Hüreyre'den (ra) gelen bir rivâyette şöyle geçmektedir.
'Bir bedevî Hz. Peygambere (asm) gelerek bir hususta yardım istedi. Zannedersem bir diyet hakkında istekte bulunuyordu. Hz. Peygamber (asm) ona bir şeyler verdi. Sonra 'Sana iyilik yaptım mı? ' diye sordu. Göçebe 'Hayır, yapmadın! Bana verdiğin nedir ki bundan memnun olayım.' deyince Müslümanların bir kısmı öfkelendi. Kalkıp göçebeyi dövmek istediler. Fakat Hz. Peygamber (asm) onlara 'Sakın ellerinizi uzatmayın! ' diye işâret etti. Resûlullah (asm) kalkıp giderken o göçebeyi evine davet etti. Göçebeye 'Sen geldin, bizden istedin. Biz de sana bir şeyler verdik ve dediğini de dedin! ' dedikten sonra ona bir şeyler daha vererek 'Sana iyilik yaptım mı? ' diye sordu. Göçebe 'Evet, Allah sana ecirler versin. Çoluk çocuğunun ömürlerine bereket ihsan etsin' dedi. Hz Peygamber (asm) 'Sen biraz önce bana karşı sarf ettiğin o sözle arkadaşlarımı kızdırdın. Sana karşı şimdi kin duyuyorlar. Onların yanına döndüğümde, tekrar gel ve bu sözünü orada da söyle ki kalplerindeki kin silinsin' dedi. Göçebe buna 'Peki' dedi. Göçebe gelince Hz. Peygamber (asm) 'Sizin bu arkadaşınız bize geldi, istedi. Biz verdik. Dediklerini dedi. Sonra biz onu çağırdık, yine verdik. Şimdi artık râzı olmuştur. Öyle değil midir ey göçebe? ' dedi. Göçebe 'Evet Allah sana mükâfatlar versin. Seninle çoluk çocuğunun ömürlerini bereketlendirsin.' dedi. Hz. Peygamber (asm) de 'Benimle bu göçebenin meselesi, devesi olup da ürken bir kişinin meselesine benzer. O deveyi tutmak için halk arkaya dizilmiştir. Fakat onlar koştukça deve daha da hızlanıyor. Deve sâhibi onlara 'Benimle devemin arasından çekiliniz. Ben ona karşı sizden daha şefkatliyim. Onu daha iyi tanırım' der. Böylece deve sâhibi deveye doğru gider, yerden bir hurma dalı alır ve deveyi çağırır. Deve, sâhibinin yanına gelir. Ona yükünü yükler ve kendisi de sırtına biner. Eğer bedevî o sözleri söylediği zaman sizleri dinleseydim, bu adam cehenneme yuvarlanırdı' buyurdu. (Hayatü's-Sahâbe)
2. Peygamberimiz (asm) , hüzün yılı olarak adlandırdığı Hz. Hatice (ra) ile amcası Ebu
Talib'in vefatından belli bir zaman sonra Taif'e giderek onları İslâm'a davet etmişti.
'Fakat Taifliler: 'Yurdunun halkı, kavmin sen istememiş, kabul etmemişler! Sen de kalkıp bize gelmişsin! Biz vallahi, senin gelişine râzı değiliz. Senden ürküyor, seni reddediyoruz! ' dediler. Taifliler, gençlerin Müslüman olmasından korktular. Peygamberimiz'e (asm) 'Sen hemen yurdumuzdan çık git! Seni kurtaracak yerlere iltica et! ' dediler. Peygamberimiz'i (asm) en çirkin red ile reddettiler. O'nunla alay ettiler. Bununla da kalmayıp, aralarından bir takım hafif akıllıları, beyinsizleri ve köleleri kışkırttılar, bağırttılar, Peygamberimiz'e (asm) sövdürdüler. Halkın serseri, ayaktakımı güruhunu Peygamberimiz'in (asm) geçip gideceği yolun iki yanına oturttular. Peygamberimiz (asm) onların aralarından geçerken, ayaklarını kaldırıp indirdikçe, attıkları taşlarla yaraladılar, kanattılar. Ayakkabıları kana boyandı. Peygamberimiz (asm) ayaklarının acısına dayanamayarak yere oturdukça, kollarından tutup kaldırdılar. Yürüdüğü zaman taşa tuttular ve gülüştüler. Sonra Peygamberimiz (asm) orada bir bostana sığınınca dönüp gittiler. Peygamberimiz (asm) , burada bir müddet dinlendikten sonra Allah'a duâ etti. Peygamberimiz (asm) , Sâkif Kabilesi'nden hayır gelmeyeceğini anlamış, ne bir erkeğe, ne de bir kadına İslâmiyet'i kabul ettirememiş olmaktan üzgün ve meyus bir halde Taif'ten ayrılarak Mekke'ye yönelmişti.
Hz. Aişe (ra) bir gün Peygamberimiz'e (asm) : 'Ya Resûlallah! Senin başına Uhud gününden daha çetin bir gün geldi mi? ' diye sormuş. Peygamberimiz (asm) de: 'Senin kavminden neler çektim neler! Hele onların yüzünden Akabe günü çektiğim ise çektiklerimin en çetini idi. (Taif'e gidip) kendimi Abdi Yalillere arz ve bana yardımcı olmalarını niyaz ettiğim zaman, isteğimi kabul etmemiş, reddetmişlerdi. Ben de üzgün bir halde Mekke'ye yönelip yüzümün doğrusuna gittim durdum. Ancak Karnu's-Sealib'de kendime gelebildim. Başımı kaldırıp göğe baktığım zaman bir bulutun beni gölgelendirmekte olduğunu gördüm. Tekrar baktığımda bir de ne göreyim? Bulutun içinde Cebrâil var. Hemen bana seslendi: 'Şüphe yok ki Allah, kavminin Sana söylediklerini ve Sana verdikleri red cevablarını işitti de onlar hakkında dilediğini kendisine emredesin diye sana dağlar meleğini gönderdi! ' dedi. Dağlar meleği bana seslendi ve selam verdi. Sonra da: 'Ya Muhammed! Şübhe yok ki Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben dağlar meleğiyim! Rabbin, dilediğini bana emredesin diye beni Sana gönderdi. Şimdi ne dilersen dile! Eğer onların üzerine iki dağı kapamamı dilersen dile! (Hemen kapayıvereyim) dedi. Ben: ‘Hayır! Allah'ın onların sülblerinden yalnız Allah'a ibâdet edecek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.' dedim.' buyurmuş ve bedduâ etmemiştir. (İslâm Târihi, M. Asım Köksal)
3. Allah Resûlü (asm) kendisine sihir yaparak hastalanmasına ve ızdırap çekmesine sebep olan münâfık Lebid'i ve onu bu işe teşvik eden kimseleri vahiy yoluyla öğrenmişti. Lâkin Lebid'in ne yüzünü gördü ne de bu suçunu anıp başına kaktı. Hayatına kastetmiş bulunan Lebid'i ve onun mensub olduğu Beni Zurayk Kabilesi'nden hiç kimseyi de cezâlandırmadı.
Hazret-i Aişe vâlidemiz: 'Ya Resûlallah! Sihir yapan kimseyi teşhir edip rezil rüsvâ etsen olmaz mı? ' dedi. Peygamberimiz (asm) şu cevabı verdi: 'Allahu Teâlâ bana şifâ verdi, ben de insanlar üzerine şerri yaymak ve onlara kötülük etmek istemem.' (Buhârî)
4. Hayber'in fethinden sonra bir kadın Allah Resûlü'nün yemeğine zehir koymuştu. Resûlullah (asm) eti ağzına aldığında zehirli olduğunu fark etti. Yahudi kadın yemeğe zehir koyduğunu îtirâf ettiği halde, Hazret-i Peygamber (asm) o kadını affetti. (Buhârî, Müslim)
5. Kendisine o kadar işkence yapan, rahatsızlık veren ve alay eden Mekke halkına âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (asm) fetihten sonra:
'Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız? ' diye sordu. Kureyşliler: 'Biz Sen'in (asm) hayır ve iyilik yapacağını umarak; hayır yapacaksın! deriz. Sen (asm) , kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş oğlusun! ..' dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm) : 'Ben de Hazret-i Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok, diyorum. Haydi, gidiniz; artık serbestsiniz! ' buyurdu. Bir diğer hitabında da: 'Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh'ın, Kureyşlileri İslâmiyet'le güçlendirip üstün kılacağı bir gündür.' buyurdu. (İbn-i Hişâm, Vâkıdî, İbn-i Sa'd)
6. Ebu Cehil'in oğlu İkrime de sayılı İslâm düşmanlarındandı. Mekke'nin fethinden sonra Yemen'e kaçmıştı. Karısı, Müslüman olarak onu Hazret-i Peygamberin (asm) yanına getirdi. Allah Resûlü (asm) İkrime'yi memnuniyetle karşılayarak:
'Ey göçmen süvârî, hoş geldin! ' buyurdular ve onun Müslümanlara karşı yaptığı zulmü yüzüne vurmayıp affettiler. (Tirmizî)
Daha bunlar gibi birçok örnekler var. Peygamberimizin (asm) engin hoşgörüsü ve affediciliği sâyesinde çok insan İslâm'a girip Müslüman olmuştur.
Sevgili Peygamberimiz (asm) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: 'Üç şey var ki onların üzerine yemin ederim. Bunlar: Sadakadan (sadaka vermekle) mal eksilmez, kul affederse Allah onun izzetini artırır, kim de Allah rızası için alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir.'
(İbn-i Kesir)
ÖLÇÜ
Bir kimse kendi şahsına yapılan kötü muâmeleye hoşgörü ile bakıp affedebilir. Umumun hukuku noktasında bütün Müslümanlara veya İslâm'a yapılan kötülüklere hoşgörü ile bakmaya ve affetmeye hakkı yoktur. Çünkü sâdece kendi hakkı yoktur. Başkalarının da hakları vardır. Zâlimleri affetmek mazlumlara zulüm olduğu için yersiz affetme olamamalıdır. Çünkü zulmü onaylamak anlamına gelir. Zâten sevgili Peygamberimiz (asm) de kendisine yapılan kötülüklere hoşgörü ile yaklaşmış ve affetmiştir. Şahsî intikam almamıştır. Fakat hak ve hakikate yapılan haksızlıklara veya İslâm'a yapılan saldırılara hoşgörü ile bakmamış ve hak yerini buluncaya kadar mücâdele etmiştir.
DUÂ
Cenâb-ı Hak, maddî mânevî kötü huylamızı, kötü hasletlerimizi ve kötü ahlâklarımızı lütfundan fazlından ıslah edip terbiye eylesin. Ahlâkımızı güzelleştirerek Sevgili Peygamberimizin (asm) yüce ahlâkı ile ahlâklanmamızı nasib eylesin. Âmin!

İlyas RAMAZANOĞLU

irfan mektebi dergisi alıntı