Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Yüce Allah'ın benzersiz çeşitlilikteki yaratma sanatının bir tecellisi olarak, insanların her biri farklı bir yüze sahiptir. Ancak yüzler ne kadar çeşitli ve ortam ne kadar kalabalık olursa olsun tanıdığımız birinin yüzünü fark etmemiz sadece birkaç saniye alır. Peki bu tanıma süreci nasıl işler?
Beyindeki Yüz Tanıma Süreci Nasıl Gerçekleşir?
Yüzün tanınma süreci görsel kortekste gerçekleşen oldukça kompleks bir süreçtir. Bu tanıma sürecinin beyinde nasıl gerçekleştiğini araştıran bilim adamları, oldukça şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Çünkü yapılan araştırmalarda, yüzün beyin tarafından okunabilen bir barkod sistemine sahip olduğu keşfedilmiştir.
Bu sisteme göre;
- İlk önce kaşlar, gözler, dudaklar gibi yatay çizgi oluşturan özelliklerin beyin tarafından algılanmasından sonra, bu çizgilerin siyah ve beyaz renklerde kodlandığı belirlenmiştir.
- Cilt ve yanaklar parlaklıkları nedeniyle beyaz olarak, dudaklarımız kaşlarımız ve göz çukurlarımızın da gölgelikleri nedeniyle siyah olarak kodlandığı tespit edilmiştir.
Araştırmayı yürüten Dr. Dakin “Bu şekildeki yatay bilgi çizgileri, süpermarket barkodlarını anımsatmaktadır” diyerek bu kod sistemine dikkat çekmiştir.
Bilindiği gibi süpermarket barkodları, bilgi sağlamanın etkin bir yoludur. Düz, tek boyutlu çizgiler, sayı gibi 2 boyutlu karakterlerin algılanmasından çok daha kolaydır. Yüz tanımanın saniyelerle sınırlı bir biçimde hızlı gerçekleşmesi için barkod sisteminin kullanılması da Rabbimiz'in Âlim (herşeyi çok iyi bilen) , Fatır (yaratan, icad eden) ve Bedi (örneksiz yaratan) isimlerinin bir tecellisidir.
Başbakan gördü: 'Zındıka komitesi' deşifre oluyor!
Mehmet Ali Bulut, Bediüzzaman Said Nursi’nin “zındıka komitesi” diye adlandırdığı bir oluşumun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açığa çıkarılmasını istedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı son açıklamalarda yer alan bir cümlesinin mühim bir meseleye parmak bastığını ifade eden Bulut, Türkiye’nin 100-150 yıldır, içine hulul etmiş saklı niyetli/gizli ajandası bulunan kişilerin sevk ve idaresi altında olduğunu, devlet içinde saklı ve etkili bir yapılanmanın var olduğunu ilk hisseden ve söyleyenin Bediüzzaman olduğunu söyledi.
Bulut, “O, ‘kökü ecnebide, kendisi burada (Türkiye’de) ’ olan gizli bir örgütten söz eder ve ona ‘zındıka komitesi’ adını verir. Devlet gücünün Risale-i Nur’a karşı kullanılmasının arkasındaki sebepleri araştırırken keşfeder onu” dedi.
Risale-i Nur’un çeşitli eserlerinde zındıka komitesi ile ilgili bölümleri köşesine taşıyan Bulut, “Bediüzzaman’ın ‘iman ve İslamiyet düşmanı’, ‘dehşetli’, ‘gizli’ diye nitelediği bu ‘örgüt’ün ne olduğu, Ergenekon örgütünün bazı elemanları suçüstü yakalanıncaya kadar bilinmiyordu” dedi.
Bulut, Başbakan Erdoğan’a da şu çağrıda bulundu: “Başbakan, acilen en yakınındaki daireden başlayarak, bu zındıka komitesinin nerelere kadar hulul ettiğini görsün. İçimizdeki zındıka komitesinin üyelerini ve azaların belirleyip cezalandırmalı. O zındıka komitesi açığa çıkarılmadıkça masum Kürtler dahi caniler gibi itham altında kalacak ve Türkler, kendi tebaasına zulmeden bir millet olmaktan kurutulamayacak! ”
İŞTE O YAZI
Kim bu zındıka komitesi?
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, yaptığı son açıklamalarda bir cümle dikkatimi çekti:
“Bu kaya gibi sağlam millet, nifak çıkarının, fitne çıkarının istediği şeyi yapmayacaktır. Bu iman dolu kalpler birbirine düşmeyecektir. Umduklarını asla bulamayacaklardır. Bir öleceğiz ama bin dirileceğiz. Bunları, bu oyunu yönlendirenlerin de duyması için söylüyorum.”
Bu paragrafın her cümlesi, cümlelerinin her unsuru mühim bir meseleye parmak basıyor. ‘Kaya gibi toplum’ ifadesi, hayatın getirdiği her türlü riske karşı tecrübeye dayanan bir tarih bilincine; ‘iman dolu kalpler’, sayısız acıları birlikte göğüslememize hizmet etmiş İslam kardeşliğine; ‘umduklarını bulmayacaklar’ taahhüdü, hem gizli bir senariste hem de bu Müslüman toplumun basiretine duyulan güvene; ‘bir ölüp bin diriliriz’ –ki bu ifadeyi ilk kullanan Bediuzzamandır- ifadesi ise iman ve azmin gücüne itimadını gösteriyor.
TÜRKİYE ARTIK 'HOP' DİYECEK GÜCE ERDİ
Başbakan, tüm bu noktalara temas edişinin nedenini son cümlede belirtiyor:
“Bunları, bu oyunu yönlendirenlerin de duyması için söylüyorum! ”
İşte benim için milat olabilecek söz budur!
Bu gerçek, ilk defa bu serahatle ve bu kararlılıkla söyleniyor. Hem de en yetkili ağız tarafından…
Demek ki Türkiye artık kendisine numara yapanlara ‘hop’ diyecek güce erdi. Veya ‘artık ne olacaksa olsun’ noktasına geldi. Her iki hal de önemli. Çünkü bu tespit, terörün -kendi insanımızı bize karşı kullanıyor olmasına rağmen- bir dış operasyon olduğu gerçeğinin hükümet tarafından derk edilmiş olmasıdır.
Esasında Türkiye yaklaşık 100-150 yıldır, içine hulul etmiş ‘saklı niyetli / gizli ajandası bulunan kişiler’in sevk ve idaresi altında. Toplum bunu seziyor ama isim koyamıyordu. Devletin dimağını ele geçirmiş bu komita, ancak kendi onayını almış olanların siyaset yapmasına ve öne geçmesine izin veriyor. Askeriyede kimin kurmay olacağından tutun da kimin hangi kurumun başına veya parti liderliğine getirileceğine varıncaya kadar hep onlar karar veriyor. Bu millet de daima, kötüler arasından daha az kötüyü seçmek zorunda bırakılıyor. Millet adına ümit olan partilerin kadrolarının nasıl oluşturulduğunu bir kere daha düşünürseniz ne dediğimi daha net anlaşılacaktır.
Devlet içinde böyle saklı ve etkili bir yapılanmanın var olduğunu ilk hisseden ve söyleyen Bediuzzaman’dır. O, ‘kökü ecnebide, kendisi burada (Türkiye’de) ’ olan gizli bir örgütten söz eder ve ona ‘zındıka komitesi’ adını verir. Devlet gücünün Risale-i Nur’a karşı kullanılmasının arkasındaki sebepleri araştırırken keşfeder onu:
“Kat’i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: ‘Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et.’ Ben de ‘Tevekkeltü alellah, ecel birdir, tagayyür etmez.’ dedim.(…) ” (Emirdağ Lâhikası, 168)
Keza, “Fakat hükümetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı….” (Şualar, 13. Şua, 275)
Ve yine “…Kırk seneden beri İslâmiyet ve imân aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi Bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki…” (Şualar, 14. Şua, 343) diyerek, bu dehşetli ve tehlikeli örgüte karşı milleti ve hükümet erkanını uyandırmaya çalışır.
DEHŞETLİ, GİZLİ ÖRGÜT GÜN IŞINA ÇIKTI
Bediüzzaman’ın ‘iman ve İslamiyet düşmanı’, ‘dehşetli’, ‘gizli’ diye nitelediği bu ‘örgüt’ün ne olduğu, Ergenekon örgütünün bazı elemanları suçüstü yakalanıncaya kadar bilinmiyordu. Daha da önemlisi, onların faaliyet ve icraatları vatan ve milletin hayrına zannediliyordu.
Evet, Cumhuriyetin ilk yıllarında 120 kişiden oluşturulduğu söylenen bir ‘encümen’den söz ediliyordu ama bu örgütün kimlerden oluştuğu, üyelerinin nasıl seçildiği veya kimlerin üye olabildiği, en tepe noktasında kimin bulunduğu veya onun kimden emir aldığı hiçbir zaman bilinmedi.
Fakat ne zaman millet, maneviyatı ve imanı doğrultusunda bir adım atmış ise gizli bir el müdahale edip milleti o kararlılığından vazgeçmeye mecbur etti.
Sadık Yalsızuçanlar kardeşimin de ifade ittiği gibi, Bediuzzaman’ın Zındıka Komitesi dediği bu karanlık örgütün zihinlerde nasıl şekillendiğini bilemiyoruz ama hepimiz biliyoruz ki Osmanlı’nın yıkılışından bu yana, Türk milleti, tarihi misyonu ve kimliği ile asla bağdaşmayan bir yaşam tarzına zorlanmıştır. İç ve dış politikaları, hedefleri, milletin menfaati ve bekasından ziyade o saklı efendilerin arzusu istikametinde tecelli etti.
Türk milletinin tüm siyasi duruşları ve politikaları, 1940’lı yıllara kadar İngiliz politikaları çerçevesinde ve İsrail devleti lehine, ondan sonraki yıllarda ise yine İsrail’in bölgedeki amaçları doğrultusunda ama ABD politikaları ekseninde kullanılmıştır. Türk milletinin bu çizgiden sapma anlamına gelecek her çıkışı ve atağı, gizli bir el tarafından şiddetle cezalandırılmıştır. Yıllarca bu millet, cam fanusa hapsedilmiş pireler gibi sadece 20 cm sıçrayabilmeye mahkûm edilmiştir.
Çeşitli ihtilaller, iç karışıklıklar, çok sayıda faili meçhuller ve önce sol–sağ, şimdi de Kürt– Türk kavgasıyla 50 yıldır anarşizm ve terörle boğuşturularak ileri bir hamle yapmasına fırsat verilmedi.
Bir başbakanı ve iki bakanı asıldı, 28 Şubat sürecinde yüzlerce kayıp ve ölüm gerçekleşti. Birçok kez hukuk dışı usullerle halkın çıkardığı hükümetler devrildi, iktidarlar manipüle edildi. Sağdan ve soldan sayısız önemli insan öldürüldü ve hiçbir cinayetin esrarı çözülemedi. Daha da vahimi, bu ülkenin cumhurbaşkanına suikast yapıldı ama gerçek azmettiricilere asla ulaşılamadı. O cumhurbaşkanı, tetik çekeni bağışlamak zorunda kaldı, bir başbakan kendisine yapılan suikasta ilişkin konuşamadı ve ulaştığı bilgileri kamuoyuna açıklamaktan çekindi. Ardından kuşkulu bir biçimde öldü.
NEDEN OLAYLARIN ARDI ARKASI KESİLMİYOR
Ortadoğu’da, Orta Asya, Balkanlar ve Afrika’da meydana gelen tüm olayların ucu gelip Türkiye’ye dayandı ve hep Türkiye’nin çıkarları zedelendi.
Peki gerek Türkiye’de gerekse çevremizdeki ülkelerde çıkara dayalı açıktan veya gizli operasyonları yürütenler kim? Ve bunlara içimizden kim destek veriyor?
Bu coğrafyada neden olayların ardı arkası kesilmiyor? Neden dünyanın her bir yerinde var olan huzur ve asayiş bu coğrafyaya hiç uğramıyor?
Daha da vahimi, bütün bu olan bitenler karşısında birbirimizi suçlayıp duruyoruz. Olup bitenleri, Alevi Sünniden biliyor, Kürt Türkten biliyor, fakir zenginden biliyor, Arap Türkten biliyor, Türk Araptan… Bu hayhuy içinde kimsenin aklına gelmiyor ki neden ben Hacivat gibi aynı repliği tekrar ediyorum ve Karagöz aynı cümleyi söylüyor?
İşte ben umuyorum ki başbakanın dillendirdiği “Bunları, bu oyunu yönlendirenlerin de duyması için söylüyorum.” sözü, Türk milletinin uyanmışlığının bir ifadesi olsun. Türk anlasın ki kendi devletine kasdeden Kürt değildir. Ve Kürt anlasın ki, tâbi tutulduğunu ileri sürdüğü ‘ayrımcılık’ Türk milletinin iradesi değildir. Alevi bilsin ki Madımak’ı yakanlar Sünni değil, Sünniler bilsin ki Başbağları’ı ateşe verenler Alevi değil…
Bizim buna uyanmamız lazım artık!
Başbakan, acilen en yakınındaki daireden başlayarak, bu zındıka komitesinin nerelere kadar hulul ettiğini görsün.
Önceki yazımda da ifade ettiğim gibi başbakan hemen ve acilen güvendiği sağlam birkaç tarihçi danışmasından Yavuz Sultan Selim’in doğu seferinin icapları ve neticelerini anlatan bir rapor istesin.
İşte gördünüz bir eşkıya çıkıp rahatlıkla Türk devletini tehdit edebiliyor. Başbakan ya böyle meydan okumayacaktı ya da bu sözün arkasında durarak teröristlerden önce içimizdeki zındıka komitesinin üyelerini ve azaların belirleyip cezalandırmalı.
O zındıka komitesi açığa çıkarılmadıkça masum Kürtler dahi caniler gibi itham altında kalacak ve Türkler, kendi tebaasına zulmeden bir millet olmaktan kurutulamayacak!