MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 22.08.2011 03:38
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Bediüzzamanca Bir Yakarış

Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalâlet verici vesveseler kalmıştır. Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacâletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. Bilmüşahede, göre göre, gayet sür'atle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbap ve akran ve akaribim gibi, kabir kapısına yanaşıyorum.

O kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü'l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da, kat'î bir yakîn ile anladım ki, hâliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede, içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Hususan benim gibi nefs-i emmâreyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.

Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! “Her gelecek olan yakındır” sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda, ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: 'El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar! '

İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nidâ ediyorum: 'El-aman, el-aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle! '

İşte, kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, Senden başka melce ve mence yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşî şeklinden ve o mekânın darlığından, bütün kuvvetimle nidâ edip diyorum:

'El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li'l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum.

'Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi', hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş,

Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin..

Kaynak: 17. Lem’a

Kelimeler:

Sui ihtiyar: İradenin kötüye kullanılması

Dalalet:Hak yoldan ayrılmak

Hacalet: Sıkılma, utanma

Bilmüşahede: Göre göre

İnhiraf: Sapma

İhtiyarsız: irade elinde olmadan

Akaribim: akrabalarım

Dâr-ı fani: Fani yurt

Firak-ı ebedi: ebedi ayrılık

Ebedül âbâd: Bayındır yapılmış ebedi hayat

Hâlik: helak olucu

Mekkar: Hileci

Lisan-ı hal: Hal dili

Lisan-ı kâl: Dil lisanı

İntizar: Bekleme

Melce: İltica edilen, sığınılan

Mence: kurtuluş veren

Şekvâ: Şikayet

Masnuun Sanat eserin

Müsi: İsyan eden

Nedamet: Pişmanlık

Avdet: Dönüş

Hatiat: Hatalar

Evham: Kuruntu

İllet: Hastalık

Kâinat büyük bir zikirhane, her şey Allah'ı zikrediyor
Ey Kadîr-i Hakîm, ey Rahmân-ı Rahîm, ey Sâdıku'l-Va'di'l-Kerîm, ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl,

Bu kadar sadık dostlarını ve bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfat ve şuûnatını tekzib edip, saltanat-ı rububiyetinin kat'î mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi seni tasdik ve itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının hadsiz dualarını ve dâvâlarını reddederek, küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzib etmekle Senin azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü, haşrin inkârında tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden, bir çirkinlikten, Senin nihayetsiz adaletini ve cemâlini ve rahmetini takdis ediyorum. ('Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir.' İsrâ Sûresi: 17:43) âyetini, vücudumun bütün zerrâtı adedince söylemek istiyorum.

Belki, Senin o sadık elçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatının hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekada ihsanatının definelerine ve dâr-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin harika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler. Ve bütün hakikatlerin mercii ve güneşi ve hâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı, bu hakikat-ı ekber-i haşriye olduğunu, İmân ederek Senin ibâdına ders veriyorlar.
Ey Rabbü'l-Enbiyâ ve's-Sıddîkın,

Bütün onlar Senin mülkünde, Senin emrin ve kudretinle, Senin irade ve tedbirinle, Senin ilmin ve hikmetinle musahhar ve muvazzaftırlar. Takdis, tekbir, tahmid, tehlil ile küre-i arzı bir zikirhâne-i âzam, bu kâinatı bir mescid-i ekber hükmünde göstermişler.

Lügatçe;
şuûnat: Şuûnlar, emirler, talepler-tekzib: saltanat-ı rububiyet: Allah`ın kâinatı terbiye ve idâre eden saltanatı, hâkimiyeti-mukteziyat: Gerektirmek-ibâd: Kullar-azamet-i kibriya: Büyüklüğün azameti-izzet-i celâl: Büyüklüğün izzeti ve şerefi-şefkat-i rububiyet: Her varlığı idare ve terbiye eden Cenab-ı Hakk`ın şefkati-âlî: Yüce, yüksek-hakkalyakîn: Mârifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir surette gerçeği görüp yaşamak hâli; ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi-aynelyakîn: Göz ile görür derecede kesin olarak bilme veya bu derecede inanma-ilmelyakîn: İlim yoluyla kesin olarak bilmek-dellâl-ı saltanat: Saltanatın ilâncıları-merci: Başvurulacak yer, dönülecek yer, merkez, kaynak-hâmî: Koruyan, himâye eden-şuâ: Bir ışık kaynağından uzanan ışık hüzmesi-hakikat-ı ekber-i haşriye: Öldükten sonra tekrar dirilmenin büyük hakikati-musahhar:itaatkâr- muvazzaf: görevli-Takdis: Mukaddes bilip ilan etmek. Allah`ı noksan ve kusurlardan pâk ve yüce kabul edip söylemek, bilip bildirmek-tekbir: Allah en büyüktür mânâsına gelen 'Allahü Ekber' kelimesini söyleme-tahmid: Allah`ı övüp hamdetmek, 'Elhamdülillâh' demek-tehlil: 'Lâ ilahe illallah' sözünün tekrar edilmesi-zikirhâne-i âzam: En büyük zikir yeri-mescid-i ekber: En büyük mescid.