MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 22.07.2011 11:58
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

İşte, bu insan âlemini bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün letâif-i insaniyem, belki bütün zerrât-ı vücudum feryatla ağlamaya hazırken, birden Kur'ân'dan gelen Nur ve kuvvet-i iman o dalâlet gözlüğünü kırdı, kafama bir göz verdi. Gördüm ki, Cenâb-ı Hakkın Âdil ismi Hakîm burcunda, Rahmân ismi Kerîm burcunda, Rahîm ismi Gafûr burcunda, yani mânâsında, Bâis ismi Vâris burcunda, Muhyî ismi Muhsin burcunda, Rab ismi Mâlik burcunda birer güneş gibi tulû ettiler. O karanlıklı ve içinde çok âlemler bulunan insan âleminin umumunu birden ışıklandırdılar, şenlendirdiler. Cehennemî hâletleri dağıtıp, nuranî âhiret âleminden pencereler açıp, o perişan insan dünyasına nurlar serptiler. Zerrât-ı kâinat adedince, 'Elhamdü lillâh, eşşükrü lillâh' dedim. Ve aynelyakîn gördüm ki, imanda mânevî bir cennet ve dalâlette mânevî bir cehennem bu dünyada davardır, yakînen bildim.

Sonra küre-i arzın âlemi göründü. O seyahat-i hayaliyemde dine itaat etmeyen felsefenin karanlıklı kavânin-i ilmiyeleri, hayalime dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş defa top güllesinden daha sür'atli hareketiyle, yirmi beş bin sene mesafeyi bir senede gezip devreden ve her vakit dağılmaya ve parçalanmaya müstaid (kàbil) ve içi zelzeleli, çok ihtiyar ve çok yaşlı küre-i arz içinde ve o dehşetli gemi üstünde kâinatın hadsiz boşluğunda seyahat eden bîçare nev-i insan vaziyeti bana pek vahşetli bir karanlık içinde göründü, başım döndü. Gözüm karardı. Felsefenin gözlüğünü yere vurdum, kırdım. Birden hikmet-i Kur'âniye ve imaniye ile ışıklanmış bir gözle baktım, gördüm ki, Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın Kàdir, Alîm, Rab, Allah ve Rabbü's-Semâvâti ve'l-Ard ve Müsahhirü'ş-Şemsi ve'l-Kamer isimleri rahmet, azamet, rububiyet burçlarında güneş gibi tulû ettiler. O karanlıklı,vahşetli, dehşetli âlemi öyle ışıklandırdılar ki, o hâlette, benim imanlı gözüme küre-i arz gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli, herkesin erzakı içinde bir seyahat gemisi ve tenezzüh ve keyif ve ticaret için müheyyâ edilmiş ve zîruhları güneşin etrafında, memleket-i Rabbâniyede gezdirmek ve yaz ve bahar ve güzün mahsulâtını rızık isteyenlere getirmek için bir gemi, bir tayyare, bir şimendifer hükmünde gördüm. Küre-i arzın zerrâtı adedince 'Elhamdü lillâhi alâ ni'meti'l-iman' dedim.

İşte, buna kıyasen, Risale-i Nur'da pekçok muvazenelerle ispat edilmiştir ki, ehl-i sefahet ve dalâlet, dünyada dahi bir mânevî cehennem içinde azap çekerler; ve ehl-i iman ve salâhat, dünyada dahi bir mânevî cennet içinde, İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyat ve cilveleriyle, mânevî bir cennet lezzetleri tadabilir, belki derece-i imanlarına göre istifade edebilirler. Fakat, bu fırtınalı zamanın hissi iptal eden ve beşerin nazarını âfâka dağıtan ve boğan cereyanlar, iptal-i his nev'inden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalâlet mânevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor; ehl-i hidâyete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini tam takdir edemiyor.


Lügatler:
Âdil: sonsuz adalet sahibi, adaletle iş gören, herşeyin hakkını veren Allah (bk. a-d-l)

âfâk: ufuklar; insanın dış dünyasında bulunan varlıklar ve cereyan eden olaylar
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat

Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)
aynelyakîn: gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme (bk. y-? -n)

azamet: büyüklük (bk. a-? -m)
azap: acı, sıkıntı, ceza
Bâis: ölüleri ve ölmüş olan gönülleri dirilten Allah (bk. b-a-s)

beşer: insan
bîçare: çaresiz, zavallı
Cehennemî: Cehenneme benzeyen
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk.? -? -?)

cereyan: akım, hareket
cilve: görüntü, yansıma
dalâlet: hak ve doğru yoldan ayrılma, sapkınlık (bk.? -l-l)

derece-i iman: iman derecesi, seviyesi

ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, sapkın kimseler (bk.? -l-l)
ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman nimetine ermiş kimseler (bk. h-d-y)
ehl-i iman ve salâhat: Allah'a iman eden ve Allah'ın emir ve yasaklarına göre hareket eden insanlar (bk. e-m-n; ? -l-?)
ehl-i sefahet ve dalâlet: yasak eğlence ve zevklere düşkün olan, doğru ve hak yoldan sapan, sapık kimseler (bk.? -l-l)
elhamdü lillâh: 'ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah'a mahsustur' (bk.? -m-d)

elhamdü lillâhi alâ ni'meti'l-iman: iman nimetini veren Allah'a hamdolsun (bk.? -m-d; e-m-n)
erzak: rızıklar; Allah'ın ihsan ettiği nimetler, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-?)
eşşükrü lillâh: 'ezelden ebede bütün şükürler ancak Allah'adır' (bk. ş-k-r)

fen: maddî ilimler, deney ve tecrübeye dayalı bilimler
feryat: çaresizlik içinde bağırıp çağırma

gaflet basma: önemli bir mesele hakkında duyarsız kalma
Gafûr: bağışlaması sürekli olan ve günahları her zaman bağışlayan Allah
hadsiz: sınırsız

hakikî: asıl, gerçek (bk.? -? -?)
Hakîm: hikmetle iş gören ve herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun şekilde tam yerli yerinde yaratan Allah (bk.? -k-m)
hâlet: durum, hâl
Hâlık-ı Arz ve Semâvât: gökleri ve yeri yaratan Allah (bk.? -l-? ; s-m-v)
hikmet-i Kur'âniye ve imaniye: Kur'ân ve iman gerçeklerine dayanan hikmet (bk.? -k-m; e-m-n) hüccet: güçlü, sarsılmaz delil
iptal-i his: duyguları duyarsız ve işlemez hâle getirme
itaat etme: emre uyma
kàbil: kabiliyetli; elverişli
kabir: mezar

Kadîr: herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk.? -d-r)
kâfi: yeterli
kavânin-i ilmiye: ilmî kanunlar (bk.? -n-n; a-l-m)
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)

kıyasen: kıyaslama yaparak; bu ölçeğe göre
kuvvet-i iman: imanın kuvveti (bk. e-m-n)

küre-i arz: yer küre; dünya
letâif-i insaniye: insan yapısında bulunan duygular, ince hisler (bk. l-? -f)

mahsulât: neticeler, ürünler
Mâlik: sahip; herşeyin gerçek sahibi olan Allah (bk. m-l-k)

memleket-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi ve sahibi olan Allah'ın mülkü; bütün varlıklar âlemi (bk. m-l-k; r-b-b)
mezaristan: mezarlık

muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen (bk.? -? -?)
Muhsin: yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah (bk.? -s-n)
Muhyî: hayat veren, cansız varlıkları canlandıran Allah (bk.? -y-y)

muntazam: düzenli, intizamlı (bk. n-? -m)
musahhar: emre itaat eden, bir otoritenin emirlerine boyun eğen
muvakkaten: geçici olarak
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
müheyyâ: hazırlanmış olan
Müsahhirü'ş-Şemsi ve'l-Kamer: Aya ve Güneşe boyun eğdiren ve onları itaat ettiren, Allah
müstaid: müsait, elverişli, uygun (bk. a-d-d)

nazar: bakış, dikkat (bk. n-? -r)
nev': çeşit, tür
nev-i insan: insan türü, insanlık

nisbeten: oranla (bk. n-s-b)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
Rab: yaratılış gayelerine ulaşmaları için her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)

Rabbü's-Semâvâti ve'l-Arz: göklerin ve yerin Rabbi, Allah (bk. r-b-b; s-m-v)
Rahmân: bütün yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran sonsuz rahmet sahibi Allah (bk. r-? -m)

rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-? -m)
rububiyet: Rablık, terbiye edicilik; her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
seyahat-i hayaliye: hayalen yapılan yolculuk
sür'atli: hızlı

şimendifer: tren
taife taife:grup grup

takdir etme: kıymet bilme, birşeyin değerini kavrama
tayyare: uçak
tecelliyat: tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y)
tenezzüh: gezinti, seyir (bk. n-z-h)
tulû etme: doğma
umum: bütün
vahşetli: dehşet veren, ürkütücü
Vâris: herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan ve herşeyin mülkünü elinde tutan Allah
vaziyet: durum
yakînen: kesin olarak (bk. y-? -n)
zelzeleli: sarsıntılı

zerrât: atomlar
zerrât-ı kâinat: kâinatın atomları, zerreleri (bk. k-v-n)
zerrât-ı vücud: bedenin atomları, zerreleri (bk. v-c-d)

zîruh: ruh sahibi, ruh taşıyan canlı
zulümat: karanlıklar (bk.? -l-m)