Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
“Ey Rabbim, gönlüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz—tâ ki sözümü iyice anlasınlar.” Tâhâ Sûresi, 20:25-28)
Allahım! Sırlar semâsının güneşi, nurların mazharı, celâl dairesinin merkezi ve cemâl sahibinin kutbu olan Muhammed’in biricik, lâtif zâtına rahmet et. Allahım! Onun, Senin katındaki sırrı ve Sana olan seyri hürmetine, beni korkularımdan emin kıl, hatalarımı gider, hüznümü ve hırsımı benden gider. Varlığın ve huzurunla beni müşerref kıl. Beni benden kurtarıp kendine al. Kendi varlığımı Sana feda etmekle beni rızıklandır. Beni nefsime düşkün ve hissimle kör eyleme. Herbir gizli sırrı bana aç. Yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm! Bana, arkadaşlarıma ve ehl-i iman ve Kur’ân’a merhamet et. Âmin, ey merhametlilerin en merhametlisi ve kerem sahiplerinin en kerîmi olan Allahım!
“Onların duâları şu sözlerle sona erer: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Yûnus Sûresi, 10:10
Kainatı bir kitap gibi yazmış ve o kitabı nir'acda resulüne ders vermiştir.
İkinci temsil: Nasıl ki bir zât-ı zîfünûn, mu'ciznümâ bir kitâbı telif edip yazsa, -öyle bir kitap ki, her sayfasında yüz kitap kadar hakâik, her satırında yüz sayfa kadar latîf mânâlar, herbir kelimesinde yüz satır kadar hakikatler, her harfinde yüz kelime kadar mânâlar bulunsa- bütün o kitâbın maânî ve hakâikleri, o kâtib-i mu'ciznümânın kemâlât-ı mâneviyesine baksa, işaret etse; elbette öyle bitmez bir hazîneyi kapalı bırakıp abes etmez. Her halde o kitâbı, bâzılara ders verecek. Tâ o kıymettar kitap mânâsız kalıp, beyhûde olmasın. Onun gizli kemâlâtı zâhir olup, kemâlini bulsun ve cemâl-i mânevîsi görünsün. O da, sevinsin ve sevdirsin. Hem o acîb kitâbı bütün maânîsiyle, hakâikıyla ders verecek birisini, en birinci sayfadan tâ nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir.
Aynen öyle de, Nakkaş-ı Ezelî, şu kâinatı, kemâlâtını ve cemâlini ve hakâik-ı esmâsını göstermek için, öyle bir tarzda yazmıştır ki; bütün mevcudat, hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemâlâtını ve esmâ ve sıfâtını bildirir, ifade eder. Elbette bir kitâbın mânâsı bilinmezse hiçe sukût eder. Bâhusus, böyle herbir harfi binler mânâyı tazammun eden bir kitap, sukût edemez ve ettirilmez. Öyle ise, o kitâbı yazan, elbette onu bildirecektir, her tâifenin istidadına göre, bir kısmını anlattıracaktır. Hem, umumunu en âmm nazarlı, en küllî şuurlu, en mümtaz istidadlı bir ferde ders verecektir. Öyle bir kitâbın umumunu ve küllî hakâikını ders vermek için, gayet yüksek bir seyr ü sülûk ettirmek hikmeten lâzımdır. Yani, birinci sayfası olan tabakât-ı kesretin en nihayetinden tut, tâ müntehâ sayfası olan daire-i ehadiyete kadar bir seyerân ettirmek lâzım geliyor. İşte şu temsil ile, Mi'racın ulvî hikmetlerine bir derece bakabilirsin.
Lügatçe:
zât-ı zîfünûn: Bütün bilimleri, fenleri bilen zât-hakâik: hakîkatler-maânî: manâlar-kâtib-i mu'ciznümâ: Mu`cize sâhibi olan yazar-kemâlât-ı mâneviye: Mânevî mükemmellik, olgunluk-Nakkaş-ı Ezelî: Zaman ve mekânla kayıtlı olmayan ve herşeyi nakış nakış işleyen Cenâb-ı Hak-hakâik-ı esmâ: Allah`ın isimlerinin hakîkatları, gerçekleri-sukût: Değerden düşme, düşüş, alçalış-âmm: Genel, umumî-seyr ü sülûk: Ruhen terbiye edilip, kemalata erişme-tabakât-ı kesret: Çokluk, tabakası. Kalabalık aşağı tabaka-müntehâ: Son, nihâyet-daire-i ehadiyet: Allah'ın ehadiyetle tecelli ettiği dâire.