MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 24.06.2011 12:28
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Atatürk’ü, Lahey’de yargılamak

Ömer Faruk BİRPINAR

Şaka yapmıyorum. Üç yıl önce Alman profesör Mönch bunun ilk işaretini vermişti ve “Atatürk ve arkadaşları yaşasaydı Lahey’de yargılanacaklardı” demişti.

Nmert hikâyesini geçelim...Atatürk'ün hikâyesinden bir küçük kesit.
Avrupa Birliği Parlamentosu’nda birkaç yıldır Dersim 38 konferansları düzenleniyor. Bu konferansa katılan aydınlarımızın bir kısmı Atatürk’ü Dersim katliamının mimarı olarak görüyor. Onlara göre Atatürk, geçen yüzyılın en büyük diktatörü, katliamcısı bir paşa…
Daha ileri gidenler de var. Atatürk’ü Türkiye’ye sembol yapmanın Türklere hakaret olduğunu düşünüyorlar.
Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde gazeteci-akademisyen Nuray Mert, bu Dersim konferanslarının sonuncusuna katılmış ve 1935’te daha rahat katliam yapmak için yol yapımına öncelik verildiğini hatırlatarak şimdiki hükümetin duble yol çalışmalarını da buna benzetme gafletinde bulunmuştu.
Nuray Mert’in son yıllarda kafası biraz karışık. İnsan hakları ve demokrasi bağlamında yıllarca AK Parti politikalarına destek verdikten sonra bir anda 180 derecelik bir dönüşle daha devletçi bir politikanın taraftarı oldu ve AK Parti’yi sivil dikta olarak nitelendirdi.
Ardından yine devleti karşısına alıp bu sefer Kürtlerin yanında yer aldı. Ama yine de devletçi yaklaşımlarından tamamen kopamadı ve Avrupa Birliği Parlamentosu’ndaki Dersim konferansında Atatürk’e toz kondurmamak için özel gayret sarf etti.
Türk basınında Dersim konferansı, sadece Mert’in Başbakan Erdoğan ile girdiği duble yol polemiği bağlamında ele alındı. Nuray Mert’in o konferansta başka neler konuştuğuna pek değinilmedi.
Mert, konferansta Dersim’in yanlış olduğunu ve fakat Atatürk ve arkadaşlarını diktatör olarak nitelendirmenin abartılı bir yaklaşım olacağını söylüyor. İşte tam da bu yüzden bazı Kürt aydınlarının tepkisini çekiyor.
Nuray Mert, muhtemelen Atatürk’ü Avrupa’da kötülemenin başına dert açabileceğinden endişe duyuyor. Fakat aynı Nuray Mert, konferansta Atatürk’ün katliamdaki sorumluluğunu kabul etmiyor değil. Bakın neler söylüyor:
“Türkiye’nin modern tarihinin temsilcisi olması itibarı ile cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk – tarih yazıcılarının şu ana kadar kaçındığı kısıtlamalar aşılarak – sorumlu tutulması gerekir ama modern tarihin en büyük diktatörü diye anılmasını en hafif deyimi ile aşırı tepkisel bir yaklaşım olarak görüyorum. Eğer daha sahici, daha hakkaniyetli, daha gerçekçi olamazsak bu yüzleşmeleri hiçbir zaman yapamayacağız. Asıl önemlisi bir şeyi, bir zulmü çok abartırsak bir süre sonra aslında sorumluları tarafından bile bahane edilerek normalleştirilebiliyor bunlar…”
Resmi tarih bize Dersim katliamı yapılırken Atatürk’ün hasta yatağında yattığını söyler. Gayrı resmi tarih ise Kürt katliamlarının, Atatürk’ün karar ve onayıyla arkadaşları İnönü, Fevzi Çakmak, Bayar vb. tarafından gerçekleştirildiğini söyler.
Bazı Kürt aydınlar ise günümüzde bölgede yaşanan durum açısından daha önemli ve dikkate değer bir tespit yapıyorlar:
“Türk ve Kürt halklarını birbirine düşüren bu durum Atatürk’ün eseridir”.
Konferansı takip eden Kürtler, Nuray Mert’in Dersim katliamı konusundaki tavrını takdirle karşılarken Atatürk’ü koruyan bir yaklaşım içinde olmasına da tepki gösteriyorlar. Onlara göre Mert’in Atatürk’ü katliamlardan sorumlu tutması yeterli değil.
Şimdi biraz belgeleri konuşturalım:
Dersim’de köy ve mezraları yok edip halkı belli merkezlerde toplamak, 1925’te hazırlanan Şark Islahat Planı’nın bir öngörüsüdür ve bu uygulama ’60 darbesinden sonra da gündeme gelmiştir. 1921’de Sakallı Nureddin Paşa öncülüğünde 140’tan fazla köy yok edildi ve çok sayıda insan öldürüldü. Nureddin Paşa’nın damadı General Abdullah Alpdoğan ise bu planın çok daha kapsamlısını Dersim’de gerçekleştirdi ve “Dersim kasabı” unvanını aldı.
1938’de Tunceli Valiliği ve Kumandanlığı’nca Elazığ’da basılan bir kılavuzda köylerin ve ormanların nasıl yakılacağı bile belirtiliyor.
Mustafa Kemal’in Dersim katliamındaki rolüne dair de birkaç kelam edelim:
Mustafa Kemal, ön incelemelerin ardından 1936’da katliamdan bir yıl önce bir açıklama yapıyor:
“İçişlerimizden en önemli bir safha varsa o da Dersim problemidir. İşbu yarayı, bu korkunç çıbanı temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş yetkiler verilmelidir”.
Dikkat ederseniz Mustafa Kemal, “tam ve geniş yetkiler verilmesinden” bahsediyor. Böylelikle belki de oradaki komutanların elini olabildiğince serbest bırakmış oluyor. Ve belki de bu yüzden komutanlar bu serbestiyet içinde daha rahat at oynatıyorlar.
Dönemin başbakanı Celal Bayar da katliamı neredeyse alenen itiraf ediyor:
“Dersim’de birtakım hareketler duyuyorduk. O sıralar askeri manevralar vardı. Mareşal Fevzi Çakmak, bu manevraları idare ediyordu. Bir haber geldi. Eşkıya karakolumuzu basmış, bazı askerlerimizin, jandarmanın tüfeklerini almış. Durumu Atatürk duymuş. Beni çağırdı. Durumu biliyorsun, gerekeni yap, dedi. Hemen işe başladım. O gün Dersim’i vurduk”.
Dersim’i bombalayan manevi kızı pilot Sabiha Gökçen’in “itiraflarına” rağmen birileri ne hikmetse Atatürk’ün hasta yatağında meseleden haberdar olmadığını iddia etmeyi sürdürebiliyor.
Mustafa Kemal’in 1926’da İsviçreli gazeteci Emile Hüderbrand’a yaptığı açıklama daha da ilginç:
“Geçmişte Kürdistan’a ve Anadolu’nun diğer iç bölgelerinde cumhuriyetin iradesine karşı çıkmak eğilimi gösterdikleri zaman onları demirden bir elle ezdim. Mesela bir defasında önderlerinin altmışını şafakla astırdım. O unsur dersini almıştır ve bir daha benimle kılıç ölçüştürmeye kalkışmayacaktır”.
Dönemin Cumhuriyet Gazetesi de “Tunceli şakilerinin maktul düştüğünden ve kaçanların mağaralar saklandığından bahsediyor”. O mağaralara gizlenen Kürtlerin de içeride nasıl yakılarak öldürüldüğünü de biz yine gayrı resmi kaynaklarımızdan biliyoruz.
Tunceli’nin ismi de işte buradan geliyor. Mustafa Kemal’in “demirden eli”, Dersim kasabı Abdullah Alpdoğan da “Dersim’in tepesine inen tunç ele” dönüşüyor ve Dersim, Tunceli ismini alıyor.
Ana muhalefet lideri Tuncelili ve bu şehirden de büyük destek aldı. Dersim için Kürtleri kızdıracak sözler sarf eden Onur Öymen’i çevresinden uzaklaştırmasaydı ve hemşerilik söz konusu olmasaydı Tuncelililer CHP’ye bu kadar oy verir miydi? Hiç sanmıyorum.
Orada “Dersim katliamı” dururken ve bunun da bir CHP hükümeti tarafından gerçekleştirildiğine inanılırken Tuncelililerin, bir CHP liderine oy vermesi hakikaten tutarsız. Bu yüzden bölgedeki siyasi odaklar CHP’ye oy veren Dersimlileri hain olarak ilan etti bile. Bölgede CHP’ye oy verenler Tuncelili, bağımsız aday Ferhat Tunç’a oy verenlerse Dersimli olarak adlandırılıyor.
Geçmişi değerlendirirken tabuları yıkmak zor. “O dönemde öyle gerekiyordu”, “Dönemin şartları öyleydi, o yüzden öyle yapılmıştı” gibi gerekçelerle bir yere kadar ilerleyebilirsiniz ama gerçeklerin, bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.
Geçmişte bir şeyler yaparsınız, ölür gidersiniz. Sizden sonrakilerin bir kısmı, her ne pahasına olursa olsun sizi koruyabilir ama bir gün birileri çıkar ve geçmişte yaptıklarınızın hesabını sormaya kalkabilir. Yaptığınız yanınızda kalmaz.
Konuyla ilgili fikrini aldığım bir Kürt aydınının da ifade ettiği gibi, birilerinin kahraman ilan ettiği kişileri, başkaları “katliamcı”, “soykırımcı” olarak görebiliyor. Üstüne üstlük bir katliamın mağdurları, yıllar sonra uluslar arası bir mahkemede, koskoca bir cumhuriyetin kurucusunu yargılatabiliyor.
İşte şimdi Dersimliler katliamın hesabını soruyor. Birinci kuşak mağdurlar, hukuk savaşı başlatarak haklarını arıyorlar. Türkiye’de açılan dava, Türk savcılığı tarafından zaman aşımı gerekçesiyle reddedilince mesele şimdi uluslararası hukuk arenasına taşınıyor.
Hukukçular Erdal Doğan ve Eren Keskin, Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurarak Dersim olaylarını “katliam” olarak tescil ettirmeye çalışıyor. Bunun için tanıklar ve deliller toplanıyor. CHP’li Onur Öymen’in katliamla ilgili tepki çeken sözleri ve Başbakan Erdoğan’ın “Dersim’de yaşananları kim unutabilir? ” şeklindeki değerlendirmesi de delil olarak sunulacak.
Önce olayın bir “kültürel soykırım” olarak tanınması, ardından zorla göç ettirilenlere topraklarının iadesi, öldürülenlerin mezar yerlerinin devlet arşivlerinden çıkarılması, başka ailelere evlatlık verilen kızların bulunması, mağdurlara tazminat ödenmesi, yaşayan sorumluların cezalandırılması, ölenlerin suçlu olduklarının ilan edilmesi ve kınanması ve devletin, Kürtlerden özür dilemesi gibi talepler söz konusu…
Türkiye gitgide devrimin baskıcı ve kapalı ortamından uzaklaşıyor ve demokrasinin özgür ve açık ortamına geçiş yapıyor. Bu geçiş döneminde tarih yeniden sorgulanıyor. İlkokuldan üniversite sona kadar okutulan inkılap tarihi ve yakın tarih yeniden elden geçiriliyor.
Demokrasinin bir faydası da işte bu. Geçmişin üzerini örtseniz de demokrasi rüzgarı o örtüyü kaldırıyor ve gerçeklerle baş başa kalıyoruz.
Geçmişte yapılan hatalar, şimdi bizi zor durumda bırakabiliyor. Sadece Dersim değil, daha yapılan onca yanlış, bugünün rasyonelliğiyle yeniden ele alınıyor ve ezberler bozuluyor.
Yapılan hatalar, hem içeride hem dışarıda bizi zor durumda bırakıyor ve bugün bile peşimizi bırakmıyor.
Bir zamanlar bir CHP hükümeti, Dersimlileri katlediyor, yıllar sonra başka bir CHP lideri çıkıp Dersim arşivlerinin açılmasını isteyebiliyor.
Kılıçdaroğlu’nun da en büyük derdi bu değil mi zaten: Bir yandan partiyi ve politikalarını değiştirmeye çalışacaksınız, bir yandan da partinin vesayetçi, elitçi, laik tabanını tatmin etmeye çalışacaksınız.
CHP, hem bir katliamın failine, hem de aynı katliamın mağdurlarına hitap edebilen enteresan bir parti…