Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
İnsan sevme kabiliyetini ya yaratıcıya, ya da yaratılmışa kullanacak
Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın, havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Halıka müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabul etmez. Şu halde, havf elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allaha ısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi): ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskâl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor. Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Lügatçe;
nefisperest: Nefsin arzularına aşırı derecede uyan-sebeb-i vücud: Varlık sebebi-râbıta: Bağ, bağlayan-câmi': Kapsayıcı; birçok şeyle alâkalı olan-kemâl: Mükemmellik-havf: Korku duygusu, korkma-Alâküllihâl: Her durumda, her halükârda-halk: Yaratılmışlar-Halık: Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah-Samed: Allah`ın, 'herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan' mânâsındaki ismi-bâtın-ı kalb: Kalbin içi, mânevî tarafı-sanem-misâl: Put benzeri, put gibi-perestiş: Aşırı bağlılık, tapar derecesinde sevme-sakîl: Ağır, can sıkıcı, çirkin-istiskâl: Ağır bulup hoşlanmadığını anlatma; soğuk muâmeleyle sevmediğini bildirme.
Allah duygularımızı, kendisini bize bildirmek ve sevdirmek için vermiştir
Mukaddime
Cenâb-ı Hak celîl ulûhiyetiyle, cemîl rahmetiyle, kebîr rubûbiyetiyle, kerîm re'fetiyle, azîm kudretiyle, latîf hikmetiyle, şu küçük insanın vücudunu bu kadar havâss ve hissiyât ile, bu derece cevârih ve cihazât ile ve muhtelif âzâ ve âlât ile ve mütenevvi' letâif ve mâneviyât ile techiz ve tezyin etmiştir ki, tâ mütenevvi' ve pekçok âlât ile, hadsiz enva-ı nimetini, aksâm-ı ihsanâtını, tabakât-ı rahmetini o insana ihsâs etsin, bildirsin, tattırsın, tanıttırsın. Hem, tâ bin bir esmâsının hadsiz enva-ı tecelliyâtlarını, insana o âlât ile bildirsin, tattırsın, sevdirsin. Ve o insandaki pek kesretli âlât ve cihazâtın herbirisinin ayrı ayrı hizmeti, ubûdiyeti olduğu gibi, ayrı ayrı lezzeti, elemi, vazifesi ve mükâfatı vardır.
Meselâ, göz sûretlerdeki güzellikleri ve âlem-i mubsırâtta güzel mu'cizât-ı kudretin envaını temâşâ eder. Vazifesi, nazar-ı ibretle Sâniine şükrandır. Nazara mahsus lezzet ve elem mâlûmdur, tarife hâcet yok.
Meselâ, kulak sadâların envalarını, latîf nağmelerini ve mesmûât âleminde Cenâb-ı Hakkın letâif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubûdiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfatı var.
Lügatçe;
celîl ulûhiyet: Herşeye boyun eğdiren ilahlık, Allah`ın hâkimiyeti ile kâinattaki herşeyi Kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi-cemîl rahmet: İlâhî güzelliğin rahmet ve ikram ediciliği, merhamet ciheti-kebîr rubûbiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-İkrâm ve ihsânı, merhameti bol olan Allah-azîm kudret: Cenâb-ı Hakkın bütün kâinata hükmeden ezelî ve ebedî büyük kudsî sıfatı-latîf hikmet: Cenab-ı Hakkın sonsuz ilmiyle herşeyde gayeleri ve faydaları gözeterek yaratması-havâss: Duygular, hisler-cevârih: El, ayak gibi vücut organları-cihazât: İnsandaki maddî ve mânevî organlar-mütenevvi: Çeşit çeşit; çeşitli-letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler-âlem-i mubsırât: Görünen varlıklar âlemi-Sâni: Herşeyi sanatla yaratan Allah-sadâ: Sesler-mesmûât: Duyulan, işitilen, sesler alemi.