Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hem, peder ve vâlideyi şefkat ile techiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesâbına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine âittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyâde muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir. ('Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme.' İsrâ Sûresi: 23.) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate, evlâdı dâvet etmesi, Kur'ân'ın nazarında vâlideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukûkları ne derece çirkin olduğunu gösterir.
Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Lügatçe;
peder: baba-vâlide: anne-techiz: donanım-vâlideyn: anne-baba-ukûk: anne-babaya itaatsizlik ve saygısızlık-veled: çocuk, evlat-fıtraten: yaratılış gereği-sebeb-i münâkaşa: münakaşa sebebi.
Hilâfetten sonra ceberut ve fesad olacak
Hem bu mevhum suça bir senet diye, benim bir Lem'a'da ve Mucizat-ı Ahmediye'de (a.s.m.) , bir hadîs-i şerifte, (Benden sonra hilâfet otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacak; ceberût ve fesâd-ı ümmet meydan alacak.) yani, Hulefâ-i Râşidînden sonra bir fesad olacak. İşte bu hadîs üç mucize-i gaybiyeyi gösterdiğini bir eski risalemde yazmıştım. Kararname benim bir suçum olarak, 'Said bir risalede demiş: Hilâfetten sonra ceberut ve fesad olacak.'
Ey sathî heyet! Bir işaret-i gaybiyede, bu zamanımızda maddî ve mânevî en büyük bir fesad-ı beşerîyi ve zemini zîr ü zeber eden bir hâdiseyi haber veren bir hadîsin i'câzını beyan etmeyi suç sayan, maddeten ve mânen suçludur!
Hem suçlarından diye: 'Tekke ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve lâikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, Lâtin harflerinin huruf-u Kur'âniye yerinde cebren kabulü, Türkçe ezan ve kamet okunması, mekteplerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve teaddüd-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılâp hareketlerini bid'at, dalâlet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur' diye yazmışlar.
Ey insafsız hey'et! Eğer her asırda üç yüz elli milyonun kudsî ve semâvî rehberi ve bütün saadetlerinin programı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeâir-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur'âniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müctehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkünse ve mürûr-u zamanı ve müteaddit mahkemelerin beraatlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükûmetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adâlet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.
Said Nursî
Şualar,
Lügatçe;
mevhum: Olmadığı halde var sanılan, kuruntu edilen-fesad: Bozukluk ve fenâlık, karışıklık, haddi aşıp zulmetmek-mucize-i gaybiye: Bilinemeyecek olan haber veren mucize-ceberut: Diktatörlük, zorbalık-sathî: derinlemesine incelemeyen, yüzeysel-fesad-ı beşerî: İnsanlığın fesadı, bozulması ve fenâlıkları-zîr ü zeber: alt-üst-huruf-u Kur'âniye: Kur'an harfleri-cebren: zorla-irsiyet: mirastan pay-teaddüd-ü zevcat: Birden fazla kadınla evlenebilme-tevil: Bir sözden bir başka mânâ çıkarmak-sarih: Açık-mürûr-u zaman: zaman aşımı.