MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 15.05.2011 15:07
Konu: Yn: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Eğer gayet intizamlı [düzenli], mizanlı [ölçülü], san’atlı, hikmetli [herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde] şu mevcudat [varlıklar], nihayetsiz [sınırsız] kadîr [her şeye gücü yeten], hakîm [Her şeyi bir maksatla uygun ve hikmetle yaratan] bir zâta verilmezse, belki tabiata [yaratılmışlara] isnad edilse[dayandırılsa], lâzım gelir ki, tabiat, her bir parça toprakta, Avrupa’nın umum matbaaları [basımevleri] ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları bulundursun, tâ o parça toprak, menşe [kaynak] ve tezgâh [montaj, dokuma yeri] olduğu hadsiz çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar [sebep, vesile] olabilsin. Çünkü, çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâse toprak, içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin birbirinden çok ayrı olan şekil ve heyetlerini teşkil [şekillendirme] ve tasvir edebilir [tasarlayabilir] bir kabiliyeti, bilfiil görülüyor. Eğer Kadîr-i Zülcelâle [kudreti herşeyi kuşatan, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah’a] verilmezse, o vakit, o kâsedeki toprakta, herbir çiçek için mânevî, ayrı, tabiî bir makinesi bulunmazsa, bu hal vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise, nutfeler [su damlaları] ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani, müvellidülmâ [hidrojen], müvellidülhumuza [oksijen], karbon, azotun intizamsız [düzensiz], şekilsiz, hamur gibi halitasından [karışımından] ibaret olmakla beraber; hava, su, hararet [ısı], ziya [ışık] dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşeye karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleri[oluşumu, şekilllenmesi] ayrı ayrı ve gayet muntazam [düzenli] ve san’atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe [apaçık] ve bizzarure[mecburen] iktiza ediyor [gerektiriyor] ki, o kâsede bulunan toprakta, mânen Avrupa kadar, mânevî ve küçük mikyasta [ölçekte] matbaaları [basımevleri] ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı [süslü] mensucatları [dokunmuş şeyleri, dokumaları]dokuyabilsin.

Gayr-ı müslimlerin hürriyeti milletimizin hürriyetinin rüşvetidir

Sual: Pekâlâ, kabul ettik ki hürriyet iyidir, güzeldir. Fakat şu Rum ve Ermenilerin hürriyeti çirkin görünüyor, bizi düşündürür. Reyin nedir?

Cevap:
Evvela: Onların hürriyeti, onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır. Bu ise, şer'îdir. Bundan fazlası, sizin fenalığınıza, divaneliğinize karşı bir tecavüzleridir, cehaletinizden bir istifadeleridir.

Saniyen: Farz ediniz ki, hürriyetleri bildiğiniz gibi size fena olsun. Lâkin, yine biz ehl-i İslâm zararlı değiliz. Çünkü, içimizdeki Ermeniler üç milyon olmadığı gibi, gayr-ı müslimler dahi on milyon yoktur. Halbuki bizim milletimiz ve ebedî kardeşlerimiz üç yüz milyondan ziyade iken, bunlar üç müthiş kayd-ı istibdat ile mukayyed olup, ecnebilerin istibdâd-ı mânevîlerinin taht-ı esaretlerinde ezilirler. İşte hürriyetimizin bir şubesi olan gayr-ı müslimlerin hürriyeti, bizim umum milletimizin hürriyetinin rüşvetidir. Ve o müthiş istibdâd-ı mânevînin dâfi'idir. Ve o kayıtların anahtarıdır. Ve ecnebîlerin, bizim dûşümüze çöktürdükleri müthiş istibdâd-ı mânevînin râfiidir. Evet, Osmanlıların hürriyeti, koca Asya talihinin keşşafıdır. İslâmiyetin bahtının miftahıdır, ittihad-ı İslâm sûrunun temelidir.

Lügatçe;
Rey: Görüş, fikir, hüküm-şer'î: Şeriata âit, dîne uygun, İslâmî-kayd-ı istibdat: Esâret zinciri, esâret bağı-mukayyed: Bağlı-istibdâd-ı mânevî: Mânen baskı-dâfi': Def'eden, menedici-dûş: Omuz-râfi: kaldıran-keşşaf: Keşfeden, açan-miftah: Anahtar.