Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Kâinattaki güzellikler öyle bir güzelden geliyor ki...
İkinci Bürhan'ın beş noktası var:
Birinci nokta: Meşreplerinde, mesleklerinde birbirinden ayrı ve uzak olan bütün ehl-i hakikatın reisleri, zevk ve keşfe istinad ederek, icma ile, ittifak ile İmân edip hükmediyorlar ki, bütün mevcudattaki hüsün ve cemal, bir Zât-ı Vâcibü'l-Vücud'da bulunan mukaddes hüsün ve cemâlin gölgesi ve lemeâtı ve perdelerin arkasında cilvesidir.
İkinci nokta: Bütün güzel mahlûklar, kafile kafile arkasında durmayarak gelip gidiyorlar, fenâya girip kayboluyorlar. Fakat o aynalar üstünde kendini gösteren ve cilvelenen yüksek ve tebeddül etmez bir güzellik, tecellîsinde devam ettiğinden katî bir surette gösterir ki, o güzellikler o güzellerin malı ve o aynaların cemâli değildir. Belki güneşin cemâl-i şuaâtı cereyan eden suyun üzerindeki kabarcıklarda göründüğü gibi, sermedî bir cemâlin ışıklarıdırlar.
Üçüncü nokta: Nurun gelmesi elbette nuranîden ve vücud vermesi her halde mevcuddan ve ihsan ise gınâdan ve sehavet ise servetten ve talim ilimden gelmesi bedihî olduğu gibi, hüsün vermek dahi hasenden ve güzelleştirmek güzelden ve cemal vermek cemilden olabilir, başka olamaz. İşte bu hakikate binaen İmân ederiz ki, bu kâinattaki görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyor ki, bu mütemâdiyen değişen ve tazelenen kâinat, bütün mevcudatıyla aynadarlık dilleriyle o güzelin cemâlini tavsif ve târif eder.
Lügatçe;
Meşreb: Âdet, huy, yaratılış, ahlâk; takip edilen usûl, tarz-meslek: Yol, usûl, sistem-icmâ: Fikir birliği. Bir meselede âlimlerin ittifak etmesi-Vâcibü'l-Vücud: Varlığı zarurî ve şart olan, varlığı gerekli olan ve yokluğu düşünülemeyen, varlığı zâtî, ezelî, ebedî olan; varlığı, vücud tabakalarının en sağlamı, en kuvvvetlisi, en esaslısı ve en mükemmeli olan Allah (cc) -lemeât: parlayışlar, parıltılar-fenâ: Yokluk, yok olma-tebeddül: Yenilenme, değişme-cemâl-i şuaât: Parıltıların güzelliği-sermedî: Ebedî, sürekli-gınâ: Zenginlik, tok gözlülük-bedihî: Apaçık.
Harama bakmak unutkanlığa sebep olur
Risâle-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: 'Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım? '
Ben de dedim:
Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var. İmam-ı Şâfiî'nin (ra) dediği gibi, 'Haram-ı nazar, nisyan verir.'
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.
Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su-i nazardan su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'î, küllî o şekvâdadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: 'Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur'ân nez' ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.' Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ân'a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek; o hadisin tevilini gösterecek. (Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez) .
Lügatçe;
tezayüd: Ziyâdeleşme, artma, çoğalma-nisyan: Unutma, unutkanlık-memalik-i harre: Sıcak iklime sahip memleketler.