Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
' O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
(Mülk,67/2)
Hz. Peygamber yol kenarında oturan bazı sahabileri görünce;
'Yol kenarlarında oturmaktan sakının' buyurdu.
Sahabiler; 'Buraları bizim oturup konuştuğumuz yerlerdir' deyince;
'Eğer burada oturursanız yolun hakkını verin' buyurdu.
'Yolun hakkı nedir' sorusuna ise Allah elçisi şöyle cevap verdi:
'Yoldan gelip geçenleri seyretmemek, yoldan eza veren şeyleri kaldırmak, selâm almak ve emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l münker yapmak '
Senin vücudun bin kubbeli harika bir saraya benzer ki, her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine baş başa verip muallâkta [boşlukta] durdurulmuş. Belki senin vücudun, bin defa bu saraydan daha aciptir [hayret vericidir]. Çünkü, o saray-ı vücudun [vücut sarayın], daima, kemâl-i intizamla [mükemmel bir düzen içersinde] tazelenmektedir. Gayet harika olan ruh, kalb ve mânevî letâiften [duygulardan] kat-ı nazar [görmezlikten gelmek], yalnız cesedindeki her bir âzâ [organ], bir kubbeli menzil [ev] hükmündedir. Zerreler, o kubbedeki taşlar gibi birbirleriyle kemâl-i muvazene [mükemmel bir denge] ve intizamla [düzenli bir dizilişle] başbaşa verip, harika bir bina, fevkalâde bir san’at, göz ve dil gibi acip [hayret verici] birer mucize-i kudret [Cenâb-ı Hakkın kudretinin mucizesini] gösteriyorlar.
Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tâbi birer memur olmasalar, o vakit her bir zerre, umum [tüm] o cesetteki zerrelere hem hâkim-i mutlak [mutlak hakim], hem her birisine mahkûm-u mutlak [mutlak mahkum], hem her birisine misil [eş], hem hâkimiyet noktasında zıt, hem yalnız Vâcibü’l-Vücuda [varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah’a] mahsus olan ekser sıfâtın masdarı [kaynağı], menbaı [pınarı], hem gayet mukayyet [kaydedilmiş], hem gayet mutlak [Mükemmel] bir surette olmakla beraber, sırr-ı vahdetle [birlik sırrıyla] yalnız bir Vâhid-i Ehadin [bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah’ın] eseri olabilen gayet muntazam [düzenli] bir masnu-u vâhidi [tek olan Allah'ın san'atı] o hadsiz [sınırsız] zerrâta [zerrelere] isnad etmek[dayandırmak]—zerre kadar şuuru [bilinci] olan, bunun pek zâhir [apaçık] bir muhal [imkansılık], belki yüz muhal [imkansılık] olduğunu derk eder [anlar].