Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bak kitab-ı kâinatın [kainat kitabının] safha-i renginine [süslü, parlak, rengârenk sahifesine],
Hâme-i zerrîn-i kudret [kudretin altın kalemi], gör, ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta-i muzlim [karanlık bir nokta kalmamış] çeşm-i dil erbâbına [gönül gözü açık olanlara],
Sanki âyâtın [ayetlerin] Hüdâ [Allah] nur ile tahrir eylemiş[yazmış].
Bak, ne mu’ciz-i hikmet [Allah’ın hikmetinin mu’cizesi], iz’an-rübâ-yı kâinat [kâinatın herkesi ikna eden yüzü],
Bak, ne âli [yüce] bir temâşâdır [seyirdir] feza-yı kâinat[uzay].
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine[şu güzel tatlı hutbeyi],
Nâme-i nurîn-i hikmet [hikmetin nurlu mektubu] bak ne takrir eylemiş[bildirmiş].
Hep beraber nutka [dile] gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelâlin [kudreti herşeyi kuşatan ve haşmet ve yücelik sahibi olan Allah’ın] haşmet-i sultanına [sultanın haşmetine, görkemine],
Birer burhan-ı nurefşânız [nur saçan delil] vücub-u Sânie [her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığının gerekliliğine]; hem vahdete[birliğe], hem kudrete şahitleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin [ince, lâtif] mu’cizâtı çün [mu’cizeler için] melek seyranına [seyredip gezmesine],
Bu semânın [göğün] arza [dünyaya] bakan, Cennete dikkat eden, binler müdakkik [en küçük şeyleri bile kaçırmayan] gözleriz biz.
Tûbâ-yı hilkatten [yaradılış ağacından] semâvât [göler] şıkkına, hep Kehkeşan [saman yolu] ağsânına [dallarına],
Bir Cemîl-i Zülcelâlin [heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah] dest-i hikmetiyle[hikmet eliyle] takılmış binler güzel meyveleriz biz.