Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
'Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş.
Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş.'
Yavuz Sultan Selim Han
ütün varlıklar aleminin tümüne birden sahip olmak istermisin?
Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan, katiyen bil ki, hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır. O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-i dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür. O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir. Demek, güvendiğin hayat-ı maddiye yalnız bir dakikadır; hattâ, bir kısım ehl-i tetkik, 'Bir âşiredir, belki bir ân-ı seyyâledir' demişler. İşte şu sırdandır ki, bâzı ehl-i velâyet, dünyanın dünya cihetiyle ademine hükmetmişler.
Mâdem böyledir; hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak, kalp ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak: Ne kadar geniş bir daire-i hayatları var! Senin için meyyit olan mâzi, müstakbel, onlar için hayydır, hayattar ve mevcuddur.
Ey nefsim! Mâdem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:
'Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem.
Rûhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudâtı birden isterim.'
Lügatçe;
müştak: Arzulu, fazla istekli-mevt: Ölüm-hâlât: Hâller, durumlar-mazruf: Zarflanan, sarılıp muhâfaza edilen-adem: Yokluk, hiçlik-âşire: Bir dakikanın 167 trilyon 961 milyar 600 milyonda biri-hayat-ı maddiye-i nefsiye: Nefsin, maddî isteklere bağımlı olarak yaşamak istediği hayat-sırr: Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife-meyyit: Ölü, ölmüş-hayy: Diri-Şems-i Sermed: Daimi güneş-Hiç ender hiç: hiç içinde hiç, Bir hiç kadar hiç.
İman + Marifet + Muhabbet = Ruhun cenneti
Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.
Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?
İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.
Lügatçe;
hilkat: yaratılış-fıtrat: yaratılış-iman-ı billâh: Allah’a iman-marifetullah: Allah’ı tanıma-muhabbetullah: Allah sevgisi-lezzet-i ruhaniye: ruhen alınan lezzet-envâr: nurlar-esrar: sırlar-bilkuvve: potansiyel olarak-bilfiil: fiilen, uygulamaya konulmuş-şekavet: mutsuzluk-âlâm: elemler, acılar, sıkıntılar-evham: vehimler, kuruntular-müptelâ: düşkün, bağımlı-âvâre: serseri-semeresiz: meyvesiz, sonuçsuz-hâmisiz: koruyucusuz-sergerdan: şaşkın, başıboş-iltica: sığınma-istinad: dayanma-vahşetgâh: ürkütücü yer-tenezzühgâh: gezinti yeri.