MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 27.09.2013 07:30
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Üç şey imandandır:
1- Hayâ,
2- Haramdan sakınmak,
3- Haklı olsa da ısrar etmemek.
Hadis-i Şerif meali
(Câmi-üs-sagir)
Ümitsizlik hastalığının ilacını biliyormusunuz?
Arkadaş! Amele ve tâate muvaffak olamayan azaptan korkar, ye'se düşer. Böyle bir me'yusun gözüne, dinî meselelere münafi ednâ ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin sâikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dâiresinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh, a'mâle muvaffak olamayanlar, ye'se düşmemek için şu âyete müracaat etsin.
('De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.' Zümer Sûresi: 39:53)
Lügatçe;
Amel: Fiil, Allah için yapılan işler-tâat: İtaat etme, ibâdet etme-ye's: Ümitsizlik, karamsarlık-me'yus: Ümitsiz, kederli, üzüntülü-münafi: Zıt, aykırı-ednâ: en basit, en küçük-emare: işaret, belirti, iz-bürhan: kesin delil, ispat vâsıtası-sâika: Sürükleyen, yönlendiren, götüren hal; sebep-ilân-ı isyan: Allah'a isyanını açığa vurmak-a'mâl: İbadetler.
Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.
Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin (“Allah için sevmek, Allah için buğz etmek.”) düstur-u Rahmânî yerine (el-iyazü billâh) (Siyaset için sevmek, siyaset için buğz etmek) düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve elhannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine mânen şerik eylemesin.
Evet, bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.
Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azap çekiyor. Çünkü, lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisâtına merakla dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, “Zarara razı olana şefkat edilmez” mânâsındaki kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selb etmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına belâ getirirler.
Lügatçe;
tefrika: ayrılık, bölünme-ittihad: birleşme, birlik-dalâlet fırkaları: hak yoldan sapmış, inkârcı gruplar-düstur-u Rahmânî: Allah’a ait nizam, kural-düstur-u şeytanî: şeytanın düsturu, kuralı-adâvet: düşmanlık-elhannâs: şeytan-şerik: ortak-ifsad: bozma-Selâmet-i kalb: kalp huzuru-rahmet-i umumiye-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti, merhameti-hikmet-i tamme-i Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın tam ve mükemmel hikmeti-nev-i beşer: insan türü-rikkat-i cinsiye: kendi cinsinden olana karşı duyulan acıma hissi-müteellim: elem çeken, acı duyan-selb: ortadan kaldırma.
Sahip Olduğunuz Nimetlerin Farkında mısınız?
İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
'Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! ..'
Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:
'Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen? '
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
'Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:
Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum.'
Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:
'Ver şu elini öyle ise' diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper.
Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
'Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin? ' der. İsa Peygamber:
'Belli olmuyor mu? ' deyince:
'Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil' der. Tebessüm eden Hz. İsa:
'Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar.
Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
'Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O'ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O'na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
'Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?
Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler. Ama Allahın Nebisi işaret eder:
'Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün! ..'
Derler ki:
'Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.
Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün.
Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi'si:
'Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır! '