Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
“Sonra da karanlıklar içinde iken “Senden başka tanrı yok; Sen her kusurdan münezzehsin. Ben ise kendisine yazık edenlerden oldum” diye niyaz etmişti. Biz de duasını kabul ettik ve onu üzüntüden kurtardık. Mü’minleri Biz böyle kurtarırız.” (Enbiya, 87-88 meali)
Hz. Enes (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir.
Onu oturtup:
“ Muhammed (sav) denen kimse hakkında ne diyordun? ” diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya:
“Şehadet ederim ki, O, ALLAH'ın kulu ve elçisidir! ” diye cevap verir. Ona:
“ Cehennemdeki yerine bak! ALLAH orayı cennette bir mekana tebdil etti.” denildi. (Adam bakar) her ikisini de görür. ALLAH da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar.
Eğer ölen kafir ve münafık ise (meleklerin sorusuna) :
“ (Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum! ” diye cevap verir. Kendisine:
“ Anlamadın ve uymadın! ” denildi. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir.”
Hadis-i Şerif meali
(Buhari, Cenâiz 68)
Kabre hangi yoldan gireceğiz?
Câzibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bâzı gençlerle bir muhâveredir.
Bir kısım gençler tarafından, şimdiki aldatıcı ve câzibedar lehviyât ve hevesâtın hücumları karşısında, 'Âhiretimizi ne sûretle kurtaracağız? ' diye Risale-i Nur'dan meded istediler. Ben de Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevîsi nâmına onlara dedim ki:
Kabir var; hiç kimse inkâr edemez. Herkes, ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de, üç tarzda, üç yoldan başka yol yok.
*Birinci yol: O kabir, ehl-i İmân için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.
*İkinci yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefâhet ve dalâlette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği; ve inandığı gibi hareket etmediği için, öyle muâmele görecek.
*Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için bir idâm-ı ebedî kapısı, yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini idâm edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür.
Mâdem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor; ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette, dâimâ, gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mesele karşısında, bîçare insan, o idâm-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkîye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi, o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir.
Lügatçe;
lehviyât: Kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar; nefsânî gayr-ı meşrû eğlencele-hevesât: Nefisten gelen gelip geçici istekler, arzular-sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük-haps-i ebedî: Sonsuza kadar kalınan hapis, ebedi hapis-tecrid: yalnız başına bırakma-haps-i münferid: Tek başına hapis; hücre hapsi-idâm-ı ebedî: âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme, İnsanlığını sonsuza kadar kaybetme.
Üç vilâyetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler: “Nur talebeleri mânevî bir zabıtadır. Âsâyişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile, Nuru okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar.”
Bunun bir nümunesi Denizli Hapishanesidir. Oraya Nurlar ve o mahpuslar için yazılan Meyve Risalesi girmesiyle, üç dört ay zarfında iki yüzden ziyade o mahpuslar öyle fevkalâde itaatli, dindarâne bir salâh-ı hal aldılar ki, üç dört adamı öldüren bir adam, tahta bitlerini öldürmekten çekiniyordu.
Tam merhametli, zararsız, vatana nâfi bir uzuv olmaya başladı. Hattâ resmî memurlar bu hale hayretle ve takdirle bakıyordular. Hem daha hüküm almadan bir kısım gençler dediler:
“Nurcular hapiste kalsalar, biz kendimizi mahkûm ettireceğiz ve ceza almaya çalışacağız, tâ onlardan ders alıp onlar gibi olacağız, onların dersiyle kendimizi ıslah edeceğiz.”
İşte bu mahiyette bulunan Nur talebelerini emniyeti ihlâl ile ittiham edenler, herhalde ve gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya bilerek veya bilmeyerek anarşistlik hesabına hükûmeti iğfal edip bizleri eziyetlerle ezmeye çalışıyorlar. Biz bunlara karşı deriz:
“Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapanmıyor ve dünya misafirhanesinde yolcular gayet sür’at ve telâşla, kafile kafile arkasında toprak arkasına girip kayboluyorlar; elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız. Siz zulmünüzün cezasını dehşetli bir surette göreceksiniz.
Hiç olmazsa mazlum ehl-i iman hakkında terhis tezkeresi olan ölümün, idam-ı ebedî darağacına çıkacaksınız. Sizin dünyada tevehhüm-ü ebediyetle aldığınız fâni zevkler bâki ve elîm elemlere dönecek.”
Maatteessüf gizli münafık düşmanlarımız, bu dindar milletin yüzer milyon velî makamında olan şehidlerinin, kahraman gazilerinin kanıyla ve kılıcıyla kazanılan ve muhafaza edilen hakikat-i İslâmiyete bazan tarikat namını takıp ve o güneşin tek bir şuâı olan tarikat meşrebini o güneşin aynı gösterip, hükûmetin bazı dikkatsiz memurlarını aldatıp, hakikat-i Kur’âniyeye ve hakaik-i imaniyeye tesirli bir surette çalışan Nur talebelerine “tarikatçi” ve “siyasî cemiyetçi” namını vererek aleyhimize sevk etmek istiyorlar. Biz, hem onlara, hem onları aleyhimizde dinleyenlere, Denizli mahkeme-i âdilesinde dediğimiz gibi deriz:
“Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler inşaallah! ”
Said Nursi