MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 15.09.2013 02:04
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Şu iki sınıf sâlih olursa, ümmetim sâlih olur:
1- İdareciler,
2- Âlimler.
Hadis-i Şerif meali
(Ebu Nuaym)
Risale-i Nurlar'dan bu zamanımıza bir ikaz ve müjde!
'Aziz kardeşlerim!
Ecnebi parmağıyla idare edilen zındıka komiteleri, İslâmiyeti imha için, İslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye'de, öyle
desiselerle entrikalar çevirmişler,
haince dolaplar döndürmüşler,
hunharane ve vahşiyane zulümler irtikâb ve şeytanî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve
iğfalatta bulunmuşlar;
iblisane, sinsî metodlar takib etmişler ve
kardeşi kardeşle çarpıştırmışlar ve
öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve
yaygaralar yapmışlar,
fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki;
bunlar İslâm'ın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribatlar yapmıştır.
Fakat o musibetler, Cenab-ı Hakk'ın imdadı ile, tahrik ve istihdam olunan Bediüzzaman Said Nursî gibi, ihlas-ı tâmmı kazanmış olan bir zât vasıtasıyla, rahmet-i İlahî ile mededres ve şifaresan ve cihanpesend ve cihanşümul bir mahiyeti haiz Risale-i Nur eserlerinin meydana gelmesine sebeb olmuştur.
Ve aynı zamanda, Müslümanları uyandırmış; onları halâs, kurtuluş çarelerini aramağa sevk etmiştir. Ebedî âhiret hayatlarını kurtarmak için, hakikî iman derslerini almak ve Allah'a iltica ve emirlerine itaat etmek ihtiyacını şiddetle hissettirmiş ve bu husustaki gaflet ve kusuratı; o musibetlerin ihtar ettiğini idrak ettirmiştir. Zâten insanların, mü'minlerin başına gelen bela ve musibetlerin hikmeti budur.
Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir.
İnşâallahü Teâlâ, Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.
Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. 'İstanbul'dan senin için getirdim, beni kırma' dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiyatını verdim.
Dedi: Niçin böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?
Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatımı terk ediyorum. Çünkü, dünyaya tenezzül etmez, tamah ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tamah zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte, sana mânen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telâkki ediyorum. Sen mâdem fedakârsın; ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme.
O da, bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi.
Lügatçe;
tamah: Dünya malına göz dikmek, açgözlülük-tasannu: Yapmacık hareket, riyakârlık, yağcılık-ders-i hakikat: Hakikat dersi-muztar: Mecbur olmak, ihtiyaç içinde-izzet-i ilm: İlmin izzeti, ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık.
Yani, insan der: 'Çürümüş kemikleri kim diriltecek? ' Sen, de: 'Kim onları bidâyeten inşâ edip hayat vermiş ise, o diriltecek.''
Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinin üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi: Bir zât, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, 'Şu zât, efrâdı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar; tabur nizâmı altına getirebilir.' Sen, ey insan, desen: 'İnanmam'; ne kadar divânece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçlikten, yeniden ordu-misâl bütün hayvanât ve sâir zîhayatın tabur-misâl cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-ı hikmetle o bedenlerin zerrâtını ve letâifini emr-i 'Kün Fe Yekün' (''Ol! ' der, oluverir.' Yâsin Sûresi: 82.) ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hattâ her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevi'l-hayatın envâlarını ve tâifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misâl bir cesedin nizâmı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esâsiye ve eczâ-i asliyeyi bir sayha ile Sûr-u İsrâfilin borusuyla nasıl toplayabilir, istib'âd sûretinde, denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir.
Lügatçe;
bidâyeten: Başlangıçta, ilk olarak-efrâd: Fertler, şahıslar-zîhayat: Hayat sahibi, canlılar-mîzan-ı hikmet: Hikmet terâzisi, hikmet ölçüsü-zerrât: Atomlar, zerreler-letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler-karn: Zaman, devre, yüzyıl-rûy-i zemin: yeryüzü-zevi'l-hayat: canlılar-envâ: tür-zerrât-ı esâsiye: Temel zerreler, esas moleküller, maddenin yapı taşları-eczâ-i asliye: Asıl parçalar, bir bütünü meydana getiren temel unsurlar-sayha: Çağrı, çığlık-Sûr-u İsrâf: Hz. İsrafil`in (a.s.) borusu-istib'âd: akıldan uzak görme, ihtimal vermeme, olmayacak sanma-eblehcesine: ahmakçasına, aptalcasına.
Risale-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre girecekler
Birinci Şuada bir-iki âyetin işaretinde, Risale-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işârata tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:
Birinci emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: “Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.” Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.”
Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.
İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.
Bu ikinci yol, Risale-i Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksalar, Risale-i Nur’un hakaik i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.
İkinci emare: Risale-i Nur’un sadık şakirtlerinin, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.
Ezcümle: Risale-i Nur’un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte, lâakal Risale-i Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risale-i Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı, en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.
Hem Risale-i Nur talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz olan iman hususunda, birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, mâsum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmez. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.
Said Nursî
Lügatçe;
İman-ı tahkikî: sağlam, sarsılmaz bir iman-ilmelyakîn: ilme ve sağlam delillere dayanarak, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilme-hakkalyakîn: bizzat yaşayarak elde edilen kesin bilgi-selb: kaldırma-ehl-i keşif ve tahkik: mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip olanlar ve hakikatleri araştırıp delilleriyle bilen âlimler-keşf ve şuhud: kalb gözüyle görme, mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görme-ehass-ı havas: En hâlisin hâlisi. Şuhudi imân sahibleri olan evliyalar. Cenab-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olan enbiyâ ve evliya. Efdallerin efdali, sâlihlerin sâlihi-iman-ı şuhûdî: gözle görürcesine iman etme-iman-ı bilgayb: gayba, görünmeyen hakikatlere iman-burhanî: kuvvetli ve sarsılmaz delilleri olan-zaruret ve bedâhet derecesi: çok açık ve net olduğu için kabul edilmesi zorunlu hale gelme-gayr-ı mümkin: mümkün olmayan-muhal: imkânsız, olmayacak şey-mümteni: imkânsız.