Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Kendini başıboş zannetme.
Zira, şu misafirhane-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan;
hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin.
Nasıl, sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?
Bediüzzaman
Risale-i Nur'un büyük bir kerameti
Ben, Risale-i Nur’a ehemmiyetli hizmet eden kardeşlerimin tarz-ı hayatlarına dikkat ettim, gördüm ki, aynı benim güzeran-ı hayatım gibi, Risale-i Nur gibi bir neticeye göre techiz edilip sevk edilmiş.
Evet, Hüsrev, Feyzi, Hafız Ali, Nazif gibi çok kardeşlerimizin geçen tarz-ı hayatları bu hizmet-i Nuriyeye göre bir vaziyet verildiğini onlar hissettikleri gibi; ben de, çok has kardeşlerim de, hattâ burada aynen tarz-ı hayatım gibi böyle bir nurânî meyveyi vermek için tanzim edilmiş görüyorum. Hissetmeyen kısmı, dikkat etseler hissedecekler. Ben kendim, bütün hayatımın harika kısmını, evvelce Gavs-ı Âzamın bir silsile-i kerameti telâkki ediyordum; şimdi Risale-i Nur’un bir silsile-i kerameti olduğu tebeyyün etti.
Lügatçe;
tarz-ı hayat: hayat tarzı, yaşam biçimi-güzeran-ı hayat: hayatın geçmesi; hayatın geçmiş kısmı-techiz: donatma, hazırlama-tanzim: düzenleme-Gavs-ı Âzam: Abdülkadir-i Geylanî (K.S.) Hazretlerinin nâmı. En büyük Gavs. Evliyâullahın büyüğü-silsile-i keramet: kerametlerin zincirleme birbirini takibi-tebeyyün: belli olma, ortaya çıkma.
Bir şecaat örneği
Birgün Rus Başkumandanı esirleri teftişe gelir. Teftiş esnasında Bediüzzaman kumandana selam vermez ve yerinden kalkmaz; kumandan kızar. 'Belki tanımamıştır' diyerek tekrar önünden geçtiği zaman yine yerinden kalkmayınca, kumandan, tercüman vasıtasıyla der:
'Beni herhalde tanımadılar? '
Bediüzzaman:
'Tanıyorum, Nikola Nikolaviç'tir.'
Kumandan:
'Şu halde Rus ordusuna, dolayısıyla Rus çarına hakaret ediyorlar.' Bediüzzaman:
'Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman alimiyim. Îmanlı bir kimse, Cenab-ı Hakkı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam etmem' der.
Bunun üzerine Bediüzzaman dîvan-ı harbe verilir. Birkaç zabit arkadaşı, hemen özür dileyerek vahîm neticenin önlenmesine çalışmasını istirham ederler.
Fakat Bediüzzaman, 'Bunların idam kararı, benim ebedî aleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir' deyip, kemal-i izzet ve şecaatle hiç ehemmiyet vermez.
Nihayet îdamına karar verilir. Hüküm infaz edileceği vakit, namaz kılmak için müsaade ister; vazife-i dîniyesini îfadan sonra, atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini beyan eder. Tam bu esnada, namazını eda ederken, Rus kumandanı gelerek Bediüzzaman'dan özür dileyip, 'O hareketinizin mukaddesatınıza olan bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz' diyerek, verilen îdam hükmünü geri aldırır.
Sümeyra (r.anha)
Fedâkarlığın, sadâkatin ve samimiyetin zirveye ulaştığı Uhud Harbinde, belki bir daha görünmeyecek olan şeref levhaları yaşanıyordu. Harbin gidişatına aldanarak Efendimizin (s.a.v.) emirleri dışına çıkan okçuların, mevzilerini terketmesiyle meydana gelen karışıklık sırasında birçok şehit verilirken, Nebîler Nebîsi'nin de başı yaralanmış, dişi kırılmış ve parçalanan zırhının halkaları vücuduna saplanmıştı.
Efendimizin (s.a.v.) etrafını saran sahabeler bu halkaları çıkartmak için uğraşırlarken, dişlerinin kırılıp tırnaklarının söküldüğünü farketmiyorlardı. Çünkü bu hizmet, yerlerin ve göklerin en şerefli varlığına yapılıyordu.
Bir ara müşriklerin gayretiyle Peygamberimizin vefat ettiğine dair bir şayia yayıldı. Ve bu haber, kızgın bir çöl fırtınası gibi bir anda ortalığı kasıp kavurarak Medine'ye ulaştı. Herkes ne yapacağını bilemez vaziyette kıvranıp dururken, bir kadının Uhud'a doğru dolu dizgin at sürdüğü görüldü. Bu kadın, babasını, kardeşlerini, eşi ve çocuklarını harbe gönderirken:
-Efendimizin (s.a.v.) zülüflerinin dağılmasına bile razı olmam. Ve O'na birşey olur da siz sağ dönerseniz, yüzünüze dahi bakmam, diyen Sümeyra'dan başkası değildi.
Sümeyra'nın Uhud'a geldiğini gören sahabeler, çekinerek:
-Çocukların işte burada şehid, dediler. O sanki duymadı bile; çılgınlar gibi Efendimizi (s.a.v.) arıyordu harp meydanında.
Biraz sonra:
-Baban burada yatıyor, dediler. O da burada şehid oldu.
Sümeyra'nın gözü hiçbir şeyi görmüyor ve 'Resulûllah Nerede? ' diye bağırıp duruyordu. O güneş olmazsa, karanlık cihanı ne yapayım ben?
-Burada, burada, diye müjde verdiler. Sadece yaralandı.
Sümeyra, sevincinden kendini yerlere attı ve O'nun bastığı toprakları öperek Efendimizin (s.a.v.) yanına vardı. Mübarek cübbesine yüzünü gözünü sürerken:
-Ya Resûlullah, diye ağlıyordu. Gökler parçalanıp başıma dökülse de; babam ve evlâdlarım bir bir şehid olsa da gam yemem artık. Değil mi ki sen hayattasın?
Selim Gündüzalp