MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 09.09.2013 00:10
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

'Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar.'
Risale-i Nur'dan/Ayet-i Kerime meali
Mâsum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.
Bediüzzaman
“İlerde büyük fitneler olacak, kişi o fitnelerde kardeşinden ve babasından ayrılacak. (O zaman) fitneler erkeklerin kalplerinde kıyamete kadar yayılacak. Hatta O fitne zamanında bir kimse, zinakâr kadının zinasıyla ayıplandığı gibi, Allahın emirlerine uymasından dolayı ayıplanacak.” hadisi şerif
Cennetten gelen kerpiç...
Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle, âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyât-ı insaniye, fâni, hazır bir meyveyi, bâki, uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu hâlet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı mâneviyeyi dünyada aramıyorlar.
Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi, demiş zevcine: “İhtiyacımız şedittir.”
Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir.”
Birden o mübarek hanım demiş ki: “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.
İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.
Lügatçe;
kör hissiyât-ı insaniye: akibeti göremeyen insani duygular-nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu-fâni: geçici olan, ölümlü-bâki: sürekli, kalıcı-uhrevî: âhirete ait, âhiretle ilgil-hâlet-i fıtriye: yaratılıştan gelen haller-ezvak ı ruhaniye: mânevî zevkler-harem: eş, zevce-maişet müzayakası: geçim sıkıntısı, darlığı-ehl-i hakikat: tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında ilerleyen-ezvak-ı keramet: kerametin zevkleri-hüsn-ü misal: güzel örnek.
Bid'at ve şeair'in tarifi ve hükmü nedir?
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: ('Her bid'at dalâlettir ve her dalâlet Cehennem ateşindedir.' Hadis-i Şerif) Yani, (''Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim.' Mâide Sûresi: 5:3.) sırrıyla, kavaid-i Şeriat-ı Garrâ ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut-hâşâ ve kellâ-nâkıs görmek hissini veren bid'aları icad etmek dalâlettir, ateştir.
Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vâciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır:
Bir kısmı, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri bid'attır. Diğer kısmı, 'âdâb' tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid'a denilmez; fakat âdâb-ı Nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edebten istifade etmemektir. Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle malûm olan harekâtına ittibâ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere 'âdâb' tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.
Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev'inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.
Lügatçe;
kavaid-i Şeriat-ı Garrâ: Büyük İslâm Şeriatının kaideleri, prensipleri-desâtir-i Sünnet-i Seniyye: Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünnetinin kaideleri, prensipleri-nâkıs: Noksan, eksik-bid'a: Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar-dalâlet: Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma-muhkemat: Sağlam ve kuvvetli olanlar-tebeddül: Yenilenme, değişme-nevâfil: Nâfile ibâdetler-tağyir: Bozarak değiştirme, başkalaştırma-âdâb: Usûl, görgü kuralları, davranış kaideleri-muamelât-ı fıtriye: doğuştan gelen, fıtrî olan davranışlar-tevatür: İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber-muaşeret: İnsanlarla sünnet dâiresinde münâsebet-âdât: adetler, görenekler-tahattur: hatırlamak-şeâir: Alâmet; İslâmın alâmeti olan şeyler. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.) -hukuk-u umumiye: Genel hukûk, toplumun tümünün hakları.
Kur'an talebeliği velayet-i kübradır
Bizde “Seydâ” lâkabıyla meşhur bir veliyy-i azîm, sekeratta iken, ervâh-ı evliyanın kabzına müekkel melekü’l-mevt gelmiş. Seydâ, bağırarak demiş ki: “Ben talebe-i ulûmu çok sevdiğim için, talebe-i ulûmun kabz-ı ervâhına müekkel, mahsus taife ruhumu kabzetsin” diye dergâh-ı İlâhiyeye rica etmiş. Yanında oturanlar bu vak’aya şahit olmuşlar.
Aziz kardeşlerim, Üstâdınız lâyuhtî değil... Onu hatâsız zannetmek hatâdır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla, insaf odur ki: Bir seyyie, bir hatâ görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp itiraz etmemektir.
Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım, benim hatâmı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim. Hakkın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmârenin enâniyeti hesabına Hakkın hatırı olan bilmediğim bir hakikati müdafaa değil, ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ederim.
Lügatçe;
muîn: yardımcı-lâyuhtî: hatasız, yanlışsız, yanılgısız-Hasene: iyilik-seyyie: kötülük, hata-Nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu-enâniyet: benlik, gurur-ale’r-re’si ve’l-ayn: baş göz üstüne; seve seve.
Lügatçe;
veliyy-i azîm: büyük velî-sekerat: ölüm anı-ervâh-ı evliya: velîlerin ruhları-melekü’l-mevt: ölüm meleği, Hz. Azrâil (a.s.) veya yardımcısı melek-kabz-ı ervâh: ruhları teslim alma-talebe-i ulûm: ilim (kur'an) talebeleri.