Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Peygamberimizin Edebi ve Ahlâkı Nasıldı?
'Edebin her çeşidini Cenab-ı Hak, Sevgili Peygamberimizde toplamıştır. Onun sünnetini terk eden, edebi terk eder.'
Edep ne demektir, ne anlama gelir?
Edep, güzel ahlâktır.
Edep, herkesle iyi geçinmektir, güzel konuşmaktır.
Edep, tatlı dilli, güler yüzlü olmaktır.
Edep, nezakettir, nazik olmaktır, insanlara nazik davranmaktır. Kaba ve sert olmamaktır.
Edep, zarafettir, zarif olmaktır. İnceliktir, ince ruhlu olmaktır. Katı ve kırıcı olmamaktır.
Edep, adalettir, âdil olmaktır, herkese eşit davranmaktır, her şeye hakkını vermektir.
Edep, latif olmaktır, insanlara yumuşak davranmaktır, gönül almaktır, kalp kazanmaktır.
Edep, merhamettir, şefkattir, acımaktır, acıları paylaşmaktır, merhametli olmaktır.
Sonuç olarak, edep, insan olarak hoşumuza giden her tür-davranıştır. Her türlü insanî güzelliklerdir. İşte Yüce Rabbimiz, edebin her türlüsünü, bütün çeşitlerini, bütün kısımlarını Peygamber Efendimizin üzerinde toplamış.
Kur'ân'ın övdüğü gibi,
'Muhakkak ki, sen çok büyük bir ahlâk üzerindesin.'
Yani, Peygamberimizin ahlâkını özel olarak Cenab-ı Hak övüyor, yüceltiyor, takdir ediyor.
Çünkü Peygamberimize güzel ahlâkı ve edebi doğrudan doğruya öğreten Odur.
Peygamberimiz bu konuda der ki:
'Bana edebi Rabbim öğretti, en güzel edebi bana O verdi.'
Peygamberimizi özel olarak Rabbi yetiştirdi.
Peygamberimiz (a.s.m.) , Allah'ın özel eğitiminden geçti.
Peygamberimize her şeyi Rabbi öğretti.
Bunun için Peygamberimiz hiçbir insandan ders almadı, hiçbir din adamından, hiçbir ilim adamından bir şey öğrenmedi.
Güzel ahlâkın tamamını, her çeşidini Cenab-ı Hak, Peygamberimizin şahsında bir araya getirmiştir.
Bunun içindir ki, Peygamberimizin ahlâkı mucizedir. Hiç kimse onun ahlâkına ve edebine yetişemez.
Herkes onu taklit eder, onun gibi olmaya çalışır, onun yaptıklarını yapmaya gayret eder.
Ona ayna olmak ister, ona bakarak kendine çeki düzen verir.
Onun hayatından kendi hayatına güzellikler yansıtır Ona bakarak güzelleşir, güzelliğini arttırır.
Çünkü Peygamberimizin her hali mükemmeldi, her davranışı üstündü, her hareketi olgundu, her yönü idealdi, her yanı yüksek seviyedeydi.
Peygamberimiz çok merhametli bir insandı. Kadınlara, çocuklara, kimsesizlere, öksüzlere, yetimlere, hayvanlara çok merhametli ve çok şefkatli idi.
Özellikle çocukları çok severdi. Torunu Hz. Hasan ve Hüseyin'i bazen kucağına alarak namaz kılardı.
Omuzlarına ve sırtına alır, gezdirirdi.
Peygamberimizin genç sahabilerinden Hz. Enes anlatıyor:
'Bir defasında Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan ve Hüseyin geldiler, sırtına çıktılar; ininceye kadar Peygamberimiz secdeyi uzattı.
'Oradakiler sordu:
'Yâ Resulallah, secdeyi uzatmış olmadınız mı? '
'Peygamber Efendimiz buyurdular ki:
'Oğlum sırtıma çıkınca acele etmekten çekindim.'
Peygamberimiz, sokakta çocukları görünce hemen yanlarına varır, selâm verir, hallerini hatırlarım sorardı. Eline taze, yeni çıkmış, turfanda bir meyve geçince önce çocuklara ikram ederdi.
Peygamberimiz çok cömert bir insandı. Özellikle fakir ve yoksulları görür gözetir, ihtiyaçlarını karşılar.
Kapısına birisi gelir, bir şey isterse, kendi ihtiyacı olduğu halde yemez, ona verirdi, giymez, onu giydirirdi.
Peygamberimiz eline geçen her şeyi dağıtırdı. Elinde ve evinde dünyalık bir şey bulundurmazdı.
Kenarda köşede akşamdan bir şey kaldığını öğrense hemen onu bir ihtiyaç sahibine gönderirdi.
Peygamberimiz her şeyini Allah yolunda harcardı. Geride hiçbir şey bırakmazdı.
Peygamberimiz çok mütevazı bir insandı. Kimseye üstten bakmaz, kendisini sahabilerden ayırt etmezdi. Onlardan birisi gibi yaşardı.
Ortak iş yapılacağı zaman hemen kendisi de görev alırdı.
Yoldaydılar. Peygamberimiz Sahabilerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Sahabilerden birisi öne çıktı:
'Ya Resulallah, koyunu kesmek benim üzerime olsun' dedi. Bir başkası ileri atıldı:
'Ya Resulallah, pişirmesi de benim üzerime olsun.' Başka bir sahabi hizmete talip oldu:
'Onu yüzmesi de benim üzerime olsun' dedi. Kendi aralarında görev bölümü yaptılar.
Peygamberimiz de, 'Odun toplamak da benim üzerime olsun' diyerek katılmak istedi..
Sahabîler buna razı olmak istemediler:
'Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz. Sizin çalışmanıza ihtiyaç yoktur' dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz eşsiz tevazuunu göstererek şöyle buyurdu:
'Sizin benim işimi de göreceğinizi ve yeterli olacağınızı biliyorum, fakat ben size karşı ayrıcalıklı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü, Allah, kulunu sahabîleri arasında ayrıcalıklı durumda görmekten hoşlanmaz.'
Peygamberimiz çok nazik bir insandı. Çok efendiydi. Çok ince ruhlu idi. Onun nezaketini en yakınlarından dinliyoruz.
Efendimizin hanımı Hz. Âişe annemiz diyor ki:
'Peygamberimizden daha güzel ahlâka sahip hiç kimse yoktur. Ashabından ve ailesinden birisi kendisine seslenince, 'Buyurun, efendim' diye cevap verirdi.
'Bu sebeple Allah, ona, 'Sen yüksek bir ahlâk üzeresin' buyurmuştur.'
On senesini Peygamberimizin yanında geçen Hz. Enes diyor ki:
'Peygamberimiz, kendisine bir şey soranı can kulağıyla dinlerdi. Soruyu soran yanından ayrılmadıkça, onu terk etmezdi.
'Peygamberimizle bir kimse tokalaşırsa veya bir kimse tokalaşmak için elini uzatınca, karşısındaki kişi elini çekmeden Peygamberimiz elini çekmezdi.
'Biriyle yüz yüze gelince, karşısındaki yüzünü dönüp ayrılmadıkça Peygamberimiz o kimseden yüzünü çevirmezdi. Önüne oturan kimseye hiçbir zaman ayaklarını uzatmazdı. Karşılaştığı kimseye önce kendisi selâm verirdi. Ashabıyla tokalaşmaya önce kendisi başlardı.
'Kendisini ziyarete gelenlere ikramda bulunurdu. Oturmak için çok kere hırkasını yere sererdi. Bazen de altındaki minderi misafire verir, üzerine oturması için işaret eder, kendisi açık yere otururdu.'
Peygamberimizin ahlâk güzelliğini ve edep üstünlüğünü anlatmakla bitiremeyiz. Onun ahlâkı ve edebi hakkında ciltler dolusu kitaplar yazılmış, binlerce konferans verilmiş, binlerce şiir yazılmıştır.
Ne mutlu bize ki böyle bir Peygamberimiz vardır.
(On Birinci Lem'a'dan)
Ehl-i İmân için ölüm, zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna bir davettir.
Bediüzzaman
bostan-ı cinân: cennet bahçeleri
Üstadın son dersinden bir bölüm...)
Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, ezâ ve cefâlara mâruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helâl etmelerini isterim. Çünkü onlar bilmeyerek kader-i İlâhînin sırlarına, derin tecellîlerine akıl erdiremeyerek bizim dâvâmıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.
Ben çok hastayım. Ne yazmaya, ne söylemeye tâkatim kalmadı. Belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetü’z-Zehranın Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.
Suâl: 'İstibdat nedir; meşrûtiyet nedir? '
Cevap: İstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir. Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hattâ herşeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne'l-İslâm îkâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.
Evet, taklidin pederi ve istibdâd-ı siyâsînin veledi olan istibdâd-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.
Lügatçe;
İstibdat: Kanuna ve nizâma tâbî olmayan, keyfî, baskıcı yönetim; zulüm ve tahakküm-meşrûtiyet: Bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi ile idâre edilen devlet sistemi (bugün için demokrasi) -tahakküm: Zorbalık etme; zorla hükmetme, mânevî baskı. Diktatörlük-muâmele-i keyfiye: keyfi davranış, canının istediği gibi yönetme-cebir: Zor. Kuvvet, baskı-rey-i vâhid: Tek bir kişinin görüşü, arzusu-sû-i istimâlât: Kötüye kullanmalar-mâhi: Mahveden. Ortadan kaldıran-esfel-i sâfilîn: Aşağıların en aşağısı-ağrâz: Garazlar, maksatlar-ihtilâfât: Birbirine zıt ve farklı şeyler, farklılıklar-beyne'l-İslâm: Müslümanlar arasında-îkâ: Ortaya çıkarma, meydana getirme-tevlid: Doğurma, netice verme-Cebriye: Cüz'i irâdeyi inkâr edenlerin bâtıl mezhebi-Râfıziye: Hazret-i Ebu Bekir'in ve Hazret-i Ömer'in (R.A.) halifeliklerini kabul etmeyenlerin mezhebi-Mûtezile: Aklına güvenerek ve 'kul, fiilinin hâlikıdır' demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka-müşevveş: karışıklık, düzensizlik-fırka: grup,