MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 24.08.2013 04:42
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Niyette öyle bir hâsiyet vardır ki,
seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.
Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır.
Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır.
Bediüzzaman
Kâfir, ölümü yokluk olarak gördüğü halde hayattan nasıl lezzet alabilir?
Acip bir mağlâta-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Sûrî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsille onun mahiyetine işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Deniliyor: Devekuşuna demişler, 'Kanatların var, uç.' O da kanatlarını kısıp 'Ben deveyim' demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler, 'Madem deveyim diyorsun, yük götür.' O zaman kanatlarını açıvermiş, 'Ben kuşum' demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.

Aynen onun gibi, kâfir, Kur'ân'ın semâvî ilânâtına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkûk bir küfre inmiş. Ona denilse: 'Madem mevt ve zevâli bir idam-ı ebedî biliyorsun. Kendini asacak olan darağacı göz önünde. Ona her vakit bakan nasıl yaşar, nasıl lezzet alır? ' O adam, Kur'ân'ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: 'Mevt idam değil; ihtimal-i beka var.' Veyahut, devekuşu gibi başını gaflet kumuna sokar-tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zevâl-i eşya ona ok atmasın!

Elhasıl, o meşkûk küfür vasıtasıyla, devekuşu gibi mevt ve zevâli idam mânâsında gördüğü vakit, Kur'ân ve semâvî kitapların îmânün bi'l-âhiret'e dair kat'î ihbârâtı ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse, 'Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.' O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: 'Belki yoktur. Yok için neden çalışayım? ' Yani, vaktâ ki o hükm-ü Kur'ân'ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek, bu nokta-i nazarda, mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor veâlâ m-ı ebediyeden, ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve muvakkattir.

İşte, Kur'ân-ı Hakîmin küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki, hayat-ı dünyeviyeyi onlara cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa, âhiret cehennemini andıracak, bu dünyada dahi mânevî bir cehennem azâbı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.
İşte, ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur'ân'ın himayeti altına mü'minâne ve mutemidâne giriniz ve Sünnet-i Seniyyesinin dairesine teslimkârâne ve müstahsinâne dahil olunuz, dünya şekavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz.
Lügatçe:
mağlâta-i şeytaniye: Şeytanın aldatması-sûrî: Görünüşte, hakiki olmayan-hâmi: Koruyan, himaye eden-küfr-ü mutlak: Kesin ve tam inkâr-meşkûk: Şekli, şüpheli-mevt: Ölüm-zevâl: Son bulma-idam-ı ebedî: Ahiret inancı olmadığı için ölümü ebedi yokluğa gitmek olarak görme-vech-i rahmet: Rahmet yönü-ihtimal-i beka: Sonsuzluk ihtimali-zevâl-i eşya: Eşyanın sona ermesi, yok olması-îmânün bi'l-âhiret: Ahirete iman-tekâlif-i diniye: Dini teklifler, sorumluluklar-şekk-i küfrî: İnkârla ilgili bir şüphe-âlâm: Elemler, acılar-ihtimal-i küfrî: İnkâra dayalı, küfre götüren ihtimal-ihtimal-i adem: Ahiretin yokluğu ihtimali-âlâm-ı ebediye: Sonsuz elemler, acılar-şek: Şüphe-mutemidâne: Güvenerek-müstahsinâne: Seve seve, hoşnutlukla-şekavet: Sıkıntı, mutsuzluk.
Fıtri Nur Talebeleri

Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, mâsum çocuklardır. Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki dâvâcı olur: “Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız? ”

İşte bu hakikate binaen, en bahtiyar çocuklar onlardır ki, Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a’mâline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlât olurlar.

Risale-i Nur’un ikinci kısım talebeleri: Fıtraten Risale-i Nur’a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece yaşlı da olsa, Risale-i Nur, ona hakikî bir gıda-yı mânevîdir. Çünkü Risale-i Nur’un dört esasından birisi şefkattir ki, ism-i Rahîm’in mazhariyetinden gelmiş. Kadınların da en esaslı hassaları ve fıtrî vazifelerinin mayası, şefkattir.

Üçüncü kısım: Fıtrî olmasa da, vaziyeti itibarıyla Risale-i Nur’a ekmek ve ilâç gibi muhtaç olan hastalar ve ihtiyarlardır. Çünkü, Risale-i Nur hayat-ı bâkiyeyi güneş gibi gösterdiğinden ve dünyevî hayatın fânilik cihetinde mâhiyetini tam gösterdiğinden, dünyevî hayatlarına ya hastalık veya ihtiyarlıkla darbe gelen ve gaflet veya dalâlet cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihtiyarlar Risale-i Nur’a o derece muhtaçtırlar ve öyle bir teselli, bir nur alırlar ki, onların hastalık ve ihtiyarlığını sıhhat ve gençliğe tercih ettiriyor.

Lügatçe;
fıtraten: yaradılıştan-istiskal: soğuk davranarak hoşlanmadığını gösterme, küçümseme-hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı-gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık-dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık-tevehhüm: zannetme.

Abdülkadir Geylaninin (k.s.) bir hasetciye nasihatı:

Ey mümin! Ne oluyor ki, seni; yemede, içmede, giymede vesairede, komşunu kıskanır görüyorum.
Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır. Mevlanın yanında kıymetin kalmaz. Seni Allahü Tealanın gazabına uğratır. Peygamber Efendimiz (s.a.v): *Allahü Teala, haset eden kimse nimetimin düşmanıdır,* buyurdu.
Rasul-i Ekrem bir hadis-i şerifinde; *Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, hased de iyilikleri yer.* buyurdu. Sen hased ettiğin kimseye, neden hased ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı hased ediyorsun?
Eğer, Allahü Tealanın ona kısmet olarak verdiği şeyde hased ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Hased ettiğin kimse, Allahü Tealanın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allahü Tealanın bu ihsanından dolayı hased etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun?
Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceği endişesi ile kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki, Allahü Teala sana zulmetmez. Allahü Teala senin için takdir ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.