MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 15.08.2013 19:54
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.
Bediüzzaman
(domuz eti zararsız hale getirilirse helal olurmu?)
....o doktor, o meselede o kadar eblehâne hareket ediyor ki, sözlerini dinlemek yahut ehemmiyet verip cevap vermekten çok aşağıdır. Bu bîçâre, küfür ve îmân ortasını bulmak istiyor. Onun ehemmiyetsiz bahsine karşı değil, belki yalnız Ömer Efendinin istifsârına göre derim:
Me'mûrât ve menhiyât-ı şer'iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında sebep olabilir.
Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse, yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte, bu kaide-i şer'iyeye binâen, ahkâm-ı şer'iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî illetlere bakar. Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği zarardan, hastalıktan başka, 'Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır' Haşiye kaidesiyle ve o hayvan, sâir hayvânât-ı ehliye gibi zararsız yapılmıyor. Etinden gelen menfaatten ziyade, çok zarar îrâs etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli soğuk memleketi olan firengistandan başka tıbben muzır olduğu gibi, mânen ve hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş.

İşte bu gibi hikmetler, onun haram olmasına ve nehy-i İlâhî taallûkuna da bir hikmet olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. O hikmetin tebeddülü ile illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez. İşte bu kaideye göre, o bîçâre adamın ne kadar şeriatın rûhundan uzak konuştuğu anlaşılsın. Şeriat nâmına onun sözüne ehemmiyet verilmez. Hâlikın çok akılsız filozoflar suretinde hayvanları vardır!
Haşiye: Acaba firengistanın bu kadar harika terakkiyât-ı medeniyetiyle ve kemâlât-ı fenniyesiyle ve insaniyetperverâne ulûmuyla ileri gittiği halde, o terakkiyat ve kemâlâta ve o ulûma bütün bütün zıt olan maddiyyunluk ve tabiiyyunluk zulümâtında hınzırcasına saplanmalarında, hınzır etinin yemesinin medhali yok mudur? Soruyorum. İnsan, beslendiği şeyle mizâcı müteessir olduğuna delil, 'kırk günde hergün et yiyen kasâvet-i kalbiyeye dûçâr olduğu' darbımesel hükmüne geçmesidir.
Lügaçe;
eblehâne: Aptalcasına-istifsâr: anlamak için sormak-Me'mûrât: Emirler, dinin emirleri-menhiyât-ı şer'iye: dînen haram edilenler; yasak edilmişler-illet: Hakiki sebep-nehy-i İlâhî: Allah'ın yasak etmesi-Maslahat: faydalar-müreccih: Tercih ettiren, üstün tutan-taallûk: Bağlılık, münâsebet; alâkalı oluş-ism-i Hakîm: Herşeyi belli bir gaye ve faydaya göre yapan Allah`ın bir ismi-sefer: yolculuk-kasr: kısaltma, kısa tutma-filcümle: Hepsi, bütünü-ahkâm-ı şer'iye: şeriatın hükümleri ve kaideleri-tegayyür: Değişme, başkalaşma-hınzır: Domuz; pis ve katı kalbi kimse-hayvânât-ı ehliye: Evcil hayvanlar-îrâs: Verme, meydana getirme-firengistan: Avrupa ülkesi-muzır: zararlı-tebeddül: değişme.
Üstad ve Nur talebeleri ömürlerini Risale-i Nur'un hizmetine vakfetmişlerdir

Basîretli Nur naşirleri, otuz beş sene evvel Risale-i Nur'daki yüksek hakîkatleri görmüş, o kudsî dersleri almış ve o zamandan beri ihlas ve sadakatle gizli din düşmanlarına göğüs germiştir. Nur kahramanlarının haneleri müteaddid defalar arandığı ve kendileri defalarca hapislere atılarak orada şiddetli azaplar ve sıkıntılar çektirildiği halde, elmas kalemleriyle Risale-i Nur'un bu kadar senedir naşirliğini yapmışlardır. İstedikleri takdirde dünya nîmetleri kendilerine yar olduğu halde, her türlü şahsî, dünyevî rütbelerden, varlıklardan feragatla, ömürlerini Risale-i Nur'un hizmetine vakfetmişlerdir.

'Acaba, Risale-i Nur şakirtlerindeki bu cehd ve kuvvetin, bu feragat ve fedakarlığın ve bu derece sebat ve sadakatin sebebi nedir? ' diye bir sual sorulursa, bu sualin cevabı muhakkak ki şu olacaktır:
'Risale-i Nur'daki cerh edilmez yüksek hakîkatler, îman hizmetinin yalnız ve yalnız rıza-i İlahî için yapılması ve Bediüzzaman Hazretlerinin azamî ihlasıdır.'
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Barla'da sekiz sene kadar kalmıştır. Ekserî zamanlarını kırlarda, bağ ve bahçelerde geçiriyordu. İki-üç saat kadar uzaklıktaki tenha dağlara veya bağlara çekilir, Nur risalelerini telif eder; bir taraftan da telif ettiği risaleler Isparta ve havalisinde el yazısıyla istinsah edilip kendisine gönderildiğinde, bunları tashih ederdi. Bir gün içinde hem tashihat yapar, hem gidip gelme dört-beş saat süren yerlere yaya olarak gider, hem aynı günün üç-dört saatini telifata hasreder ve hem de çok zaman yemeğini kendisi hazırlardı. O zamanlarda kırk yerde, risaleler, Risale-i Nur'a müştak ilk talebeler tarafından el yazısıyla çoğaltılıyordu. Üstad bu kitapları sırtına yüklenir; dağ, bağ veya kırlara kadar gider, orada tashihini yapar, evine gelirdi. Nefye mahkûm edilerek, zamanın en dehşetli zulmüne maruz bırakılmış ve kimse ile görüşmesine müsaade edilmemişti. Fakat o, bu yokluk içinde tükenmez bir varlığa kavuşmuştu. Çünkü o, alem-i İslam ve insaniyeti tenvir ve irşad edecek Kur'an'dan gelen îman hakîkatlerini telif ediyor ve aynı zamanda neşrediyordu. Bütün meşgalesini, telif etmekte olduğu eserlere hasretmişti. Birgün gelecek bu eserler Anadolu'ya yayılacak, alem-i İslam merkezlerine gidecek; ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini celb edecek ve o zaman, alem-i İslamın asırlardır bayraktarlığını yapmış bir millet içerisinde yerleştirilmek istenen dinsizlik, îmansızlık ideolojilerini parçalayacak, son asırların dalalet tağutlarının şahs-ı manevîsinden ibaret olan ehl-i küfür, ehl-i sefahet ve ehl-i dalalet cereyanlarının bu vatanı istilasına set çekecek, istikbal nesillerinin ebedî kurtuluş ve saadetini temine medar olacaktır.
İşte, o, tarihin en muazzam bir hadisesinin mebdeini izn-i İlahî ve tasarruf-u Rabbanî ile hazırladığı için böyle çok mukaddes bir manayı havî davanın hamili bulunduğu îtibarıyla dünyanın en mes'udu, zamanın en bahtiyarı idi. Giyinişinde, gayesinde, idealinde zerre kadar değişiklik ve tezellül olmamıştı; bilakis, hal-i alemin îtikadlarını düzeltecek, zulmeti izale edecek bir meş'ale-i hidayeti hamil idi. Vazifesi ve hizmeti, bütün insanların iki cihana ait saadet ve refahını tazammun ettiği için bir cehd ve azm içinde bulunuyordu.
(Tarihçe-i Hayat)
Lügatçe;
naşir: neşreden, yazıp yayan-müteaddid: bir çok, çeşitli-feragat: şahsî haklarını başkaları uğruna bağışlama, hakkından isteyerek vazgeçme-cehd: gayret, azim-cerh: birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek-istinsah: nüshasını çıkarma, çoğaltma-tashih: düzeltme-telifat: yazma işlemleri-Nefy: sürgün-tağut: insanları Allah'a (C.C.) karşı isyana sevkeden. isyankâr-mebde: başlangıç-tezellül: sarsılma-zulmet: karanlık-meş'ale-i hidayet: insanları doğru yola ulaştıran ve manevî karanlıkları aydınlatan meş’ale-hamil: taşıyan.