MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 12.08.2013 02:14
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüb eder.
Musibet, cinayetin neticesi, mükâfâtın mukaddimesidir.
Bediüzzaman
Musibet-i âmme: Genel musibet, herkese aynı anda gelen musibet
terettüb: Belirli sebeplerin belirli neticeler vermesi
mukaddime: Başlangıç
Vücudunu Mûcidine feda et!

(...) burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücû eder.
Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir. Ve keza, vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuttan senin elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihât-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır. Amma, o noktayı da elinden atarsan vücudun tam mânâsıyla nurlar içinde kalır.
Lügatçe;
Vücud: Mevcut olma. Var olmak, var-bâd-ı hevâ: Heves rüzgârı. Gelip geçici hevesler-zâil: yok olup giden-rücû: Geri dönüş-adem: Yokluk, hiçlik-cihât-ı erbaa: Dört taraf, döt yön.
Bu dünya dârü'l-hikmettir, dârü'l-hizmettir
Bu dünya dârü'l-hikmettir, dârü'l-hizmettir; dârü'l-ücret ve mükâfat değil. Buradaki a'mâl ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a'mâl berzahta ve âhirette meyve verir.
Madem hakikat budur; a'mâl-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de, memnunâne değil, mahzunâne kabul etmek lâzımdır. Çünkü, Cennetin meyveleri gibi, kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla bâki hükmünde olan amel-i uhrevî meyvesini, bu dünyada fâni bir surette yemek, kâr-ı akıl değildir. Bâki bir lâmbayı, bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lâmba ile mübadele etmek gibidir.
İşte bu sırra binaen, ehl-i velâyet, hizmet ve meşakkat ve musibet ve külfeti hoş görüyorlar, nazlanmıyorlar, şekvâ etmiyorlar. (Her halimiz için Allah'a hamdolsun) diyorlar. Keşif ve keramet, ezvak ve envar verildiği vakit, bir iltifât-ı İlâhî nevinden kabul edip setrine çalışıyorlar. Fahre değil, belki şükre, ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çokları o ahvâlin istitar ve inkıtâını istemişler, tâ ki amellerindeki ihlâs zedelenmesin. Evet, makbul bir insan hakkında en mühim bir ihsan-ı İlâhî, ihsanını ona ihsas etmemektir -tâ niyazdan naza ve şükürden fahre girmesin.
İşte bu hakikate binaendir ki, velâyeti ve tarikati isteyenler, eğer velâyetin bazı tereşşuhâtı olan ezvak ve kerâmâtı isterlerse ve onlara müteveccih ise ve onlardan hoşlansa, bâki, uhrevî meyveleri fâni dünyada, fâni bir surette yemek kabilinden olmakla beraber, velâyetin mayası olan ihlâsı kaybedip velâyetin kaçmasına meydan açar.
Lügatçe;
dârü'l-hikmet: Hikmet yeri, işlerin bir sebep ve hikmete bağlı olarak görüldüğü yer-a'mâl: Ameller, işler, ibadetler-mahzunâne: Tasalı ve üzgün bir şekilde-setr: Örtmek, gizlemek-Fahr: Övünme, büyüklük taslama-istitar: Gizlenme, setredilme-inkıtâ: Kesilme, tükenme, tıkanma.
Çok Kadınla evlilik, esir ve köle hakkında
Taaddüd-ü zevcat ve esir ve köle gibi bazı mesâili, bazı ecnebîler serrişte ederek, medeniyet nokta-i nazarında şeriata bazı evham ve şübehâtı irad diyorlar.
Şimdilik mücmelen bir kaide söyleyeceğim. Tafsilini müstakil bir risale ile beyan etmek fikrindeyim. İşte, İslâmiyetin ahkâmı iki kısımdır:
Birisi: şeriat ona müessestir, bu ise hüsn-ü hakikî ve hayr-ı mahzdır.
İkincisi: Şeriat, muaddildir. Yani, gayet vahşî ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünkü, birden tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref etmek, bir tabiat-ı beşeri birden kalb etmek iktiza eder. Binaenaleyh, şeriat vâzı-ı esaret değildir; belki en vahşî suretten böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek surete indirmiştir, tâdil etmiştir.
Hem de, dörde kadar taaddüd-ü zevcat tabiata, akla, hikmete muvafık olmakla beraber; şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz-dokuzdan dörde indirmiştir. Bâhusus taaddütte öyle şerait koymuştur ki, ona müraat etmekle hiçbir mazarrata müeddî olmaz. Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adalet-i izafiyedir. Heyhât! Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.
Lügaçe;
Taaddüd-ü zevcat: Birden fazla kadınla evlenebilme-serrişte: Başa kakma, delil-müesses: Kurucu-hüsn-ü hakikî: gerçek güzellik-hayr-ı mahz: Hayrın tâ kendisi; mutlak hayır; tam hayır-muaddil: Değiştiren, adâletli hale getiren-ifrağ: Başka bir şekle sokma-hükümferma: Hüküm süren, hükmeden-ref: Kaldırmak. Hükümsüz bırakma-vâzı-ı esaret: Esareti kurumlaştıran, tesis eden-taaddüt: birden fazla olma-müeddî: sebep olan-adalet-i izafiye: Toplumun selâmeti için ferdin gizli veya açık rızası alınarak sağlanan göreceli adâlet.