MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 08.08.2013 23:27
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

AHDE VEFA

Hz.Ömer (radiyallahu anh) arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derler ki
-Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer (radiyallahu anh) suçlanan gence dönerek:
-Söyledikleri doğrumu diye sorar.
Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer (radiyallahu anh) :
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,
-Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi bu arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içeriden hışımla çıktı atıma bir taş attı atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret,dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer (radiyallahu anh) söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin...
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
-Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah indin'de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der.
Hz Ömer dayanamaz derki:
-Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der,
Sözün burasında genç adam ortama bir göz gezdirir ve derki,
-Bu zat benim yerime kalır, o zat Hz peygamber (s.a.v) efendimizin en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr ibni Asr' dan başkası değildir. Hz Ömer (radiyallahu anh) Amr 'a dönerek
-Ey Amr delikanlıyı duydun, der.
O yüce sahabe:
-Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr ibni Asr'a verilecek idamın yerine, maktulün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.
Hz Ömer (radiyallahu anh) kendinden beklenen cevabı verir, derki,
-Bu kefil babam olsa fark etmez, cezayı infaz ederim.
Hz Amr ibni Asr ise tam bir teslimiyet içerisinde derki,
-Biz de sözümüzün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.
Hz Ömer (radiyallahu anh) gence dönerek derki,
-Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin.
Genç vakurla başını kaldırır ve:
-Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der.
Hz Ömer (radiyallahu anh) başını bu defa çevirir ve Amr ibni Asr'a derki,
-Ey Amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?
Amr ibni Asr:
-Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der.
Sıra gençlere gelir derler ki,
-Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer (radiyallahu anh) :
-Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz?
Gençlerin cevabı dehşetlidir:
- Merhametsiz insan kalmadı demeyesiniz diye.
Zekât, Allah rızası için yapılan iyilik veya verilen şey, sadaka insanın malından sırf Allah rızası için muhtaç olanlara temlik edilmek üzere çıkardığı bir vergi türü anlamında bir fıkıh terimi. Zekâta, mü'minlerin Allah'ın emirlerine uymadaki sadakatlarini gösterdiği için 'sadaka' da denilmiştir. Çoğulu sadakât'tır. Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlîkin Allah için olması.

Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacib veya nâfile hükmünde olur. Sadakanın farz olan kısmı zekâttan ibaret olup; tarım ürünlerinin zekâtı olan öşrü; hayvanların, ticaret mallarının, altın, gümüş ve diğer nakit paraların zekâtı ile, define ve madenlerin zekâtını kapsamına alır. Zekât verileceği yerleri belirleyen âyetteki 'sadakât' çoğul olarak bütün bu çeşitleri kapsar. 'Zekâtlar; ancak, yoksulların, miskinlerin, zekât tahsili işinde çalışanların, kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenenlerin, kölelerin, borçluların, Allah yolunda cihad edenlerin ve yolcuların hakkıdır. Bu, Allah tarafından farz kılınmıştır' (et-Tevbe, 9/60) .

Bu âyetlerde de zekâtın farz olan bu çeşidi yer alır: 'Namazı kılın, zekâtı verin' (el-Bakara, 2/43): 'Mü'minlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğaltasın' (et-Tevbe, 9/103): 'Hasat günü ürünün hakkını ödeyin' (el-En'âm, 6/141) . Hz. Peygamber'in çeşitli hadislerinde farz olan zekât emredilmiştir: 'İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi de zekât vermektir' (Buhârî, İmân, 1, 2; Tefsîru Süre, 2/30; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, 3; Nesâî, İmân,13) . Diğer yandan Hz. Muhammed (s.a.s) , Muaz b. Cebel (r.a) 'i Yemen'e vali olarak gönderirken kendisine şöyle buyurmuştur:

'Onlara bildir ki, Allah Teâlâ kendilerine zekâtı farz kılmıştır. Zekatı oranın zenginlerinden al, yoksullarına ver' (Buhârî, Zekât, l; Tevhîd, 1; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Nesâî, Zekât, 46; İbn Mâce, Zekât, 1) .

Diğer yandan zekâtın farz oluşu üzerinde bütün müctehitler görüş birliği içindedir. Ashab-ı Kirâm zekât vermeyenlerle savaşılması gerektiği konusunda ittifak etmiştir. Zekâtın farz olduğunu inkâr eden kimse dinden çıkar (Zekât için bk. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1991, s. 483-550) .

Fıtır sadakası vacib hükmünde bir sadaka türüdür. Bu, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan her hür müslümanın yoksullara vermesi gereken bir sadakadır. Buna kısaca, 'fitre' denir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi anlamına gelir. Abdullah b. Abbas (r.anhümâ) 'dan rivâyete göre şöyle demiştir: 'Rasûlüllah (s.a.s) oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim bayram namazından önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur' (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12, 13, 16; Ebu Dâvud, Zekât, 18, 20; Nesâi, Zekat, 31, 33; İbn Mace, Zekat, 21) .

Ebu Said el-Hudrî (r.a) 'den rivayet edilen bir hadiste fitre verilebilecek maddeler ve miktarları şöyle belirlenir: 'Biz fitre zekâtını, Allah'ın Rasûlü aramızda iken, yiyecek maddelerinden bir sa', hurmadan bir sa', kuru üzümden bir sa', keşden yine bir sa' olmak üzere bunlardan birisini esas alarak veriyorduk. Ben yaşadığım sürece vermeye devam edeceğim' (Ahmed b. Hanbel, III, 73, 98) . Sa' bir ağırlık birimi olup, şer'î ölçüye göre 2912, örfi ölçüye göre ise 3328 gramdır. Bazı fakihlere göre buğday cinsinde fitre miktarı yarım sa'dır. Burada yoksulların yararına olan ve daha ağır olan örfî ölçeği tercih etmek daha faziletlidir (Fıtır sadakası için bk. Sadaka-ı Fıtır mad.) .

Farz olan zekâtla, vacib olan fitre miktarları belirli bulunan sadakalardır. Birincisinde nisab'a mâlik olduktan sonra bir yıl geçmesi, ikincisinde ise, sadece nisaba malik olmak şarttır. Bunların dışında sıkıntı ve zarûret içinde bulunan müslümana ihtiyacını giderecek ölçüde yardım etmeyi bildiren bir sadaka daha vardır ki; bunun miktarı, sıkıntıyı giderecek ölçüye göre ortaya çıkar. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: 'Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Fakat iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malını sevmesine rağmen hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve köle azadına veren, namaz kılan ve zekât verendir' (el-Bakara, 2/ 177) . Burada Cenab-ı Hak, miktarı belli olan zekâtla birlikte yakınlara, yetim ve düşkünlere yapılacak malî bir yardımdan da söz etmiştir ki; bunun şart ve miktarını sıkıntıda olan yoksulun hali belirler.

Sadaka geniş anlamıyla nafile olarak yapılan hayır ve hasenâtı, insan ve hayvanlara yapılan iyilik, lütuf ve ihsanları, hatta insanların gönlünü hoş eden güzel söz ve davranışları kapsamına alır. Sadaka-i câriye, vakfedilmiş sadaka ile diğer hayır ve hasenât bu niteliktedir.

Sadaka-i câriye, sürekli ecir getiren sadaka anlamına gelir. Bir hadiste sürekli ecir kaynağı olan ameller şöyle belirlenir: 'İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk' (Dârimi, Mukaddime, 46) . Bu hadiste zikredilen sadaka-i câriye; yol, köprü, çeşme, mescid, yoksullar için aş evi, hastahane ve okul gibi hayır yerlerini kapsamına alır. İnsanlar bu gibi yerlerden yararlandığı sürece, bunları yaptıranlar, yapılmasına sebep olanlar, yol gösterenler ve destek olanlar, gerek sağlıklarında ve gerekse vefatlarından sonra ecir almaya devam ederler.

Yararlı bir ilim bırakan da, bu ilimden, kitaptan, keşif ve icattan toplum yararlandıkça, mü'min olmak şartıyla, sürekli olarak ecir alır. Nitekim ilim, irfan ve irşatlarıyla toplumda iyi bir çığır açanın büyük mükafatına kötü çığır açanın da günahına hadiste şöyle yer verilir: 'Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir' (Müslim, İlim, 15; Zekât, 69; Nesâî, Zekât, 64; İbn Mâce, Mukaddime,14; Dârimî, Mukaddime, 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 357, 359-361, 362) . Dine ve topluma yararlı bir çocuk yetiştirmek de, toplum bu çocuktan yararlandıkça, onun yetişmesinde katkısı bulunan anne, baba, hoca gibi kimselerin sürekli ecir almalarına bir sebeptir.

Vakfedilen gayri menkuller de sadaka-i cariye niteliğindedir. Vakıfnâmedeki esaslara göre, hayır yönü işletildiği sürece, vakfedene ecir gelmeye devam eder. Önceki asırlarda büyük han, hamam, medrese, dükkân ve çarşıların vakıf olarak topluma kazandırılması, mâliklerinin sürekli bir ecre nail olma istekleri yüzündendir.

Nâfile Olan Sadakalar

İslâm'da farz ve vacib olan sadakalardan başka, kapsamı çok geniş bir sadaka anlayışı vardır. Mal veya parayı tasadduk etme yanında, mü'min kardeşine aracına binerken veya inerken yardımcı olmak, güler yüz veya tatlı dille onun gönlünü hoşnut etmek gibi pek çok fiil ve davranışlar sadaka olarak nitelendirilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s) , Ebû Zer (r.a) 'i tasaddukta bulunmaya teşvik ederek şöyle buyurmuştur: 'Şu Uhud dağı altın olarak elime geçse üçüncü geceyi ondan bende bir dinar bulunduğu halde geçirmek istemem. Yalnız borç ödemek için ayırdığım dinar bunun dışında olur, -Önüne, sağına ve soluna saçma işareti yaparak- Onu Allah'ın kullarına bu şekilde dağıtmak isterim. Şüphesiz malı çok olanlar, kıyamet günü sevabı en az olanlardır. Yine yoksullara tasaddukta bulunma işareti yaparak, bu durumda olanlar müstesnadır' (Müslim, Zekât, bab: 9, H. No: 32) .

Farz ve vacib sadaka dışındaki sadaka kapsamının genişliğini şu hadiste görmek mümkündür: 'İçinde güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için kendilerine bir sadaka gerekir. Meselâ; İki kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseye yardım ederek, hayvana bindirmen veya eşyasını hayvana yüklemen bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Gelip geçene sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırman bir sadakadır' (Buhârî, Sulh, 11; Cihâd, 72,128; Müslim, Zekât, 56; Müsâfirîn, 84; Ebû Dâvud, Tatavvu', 12; Edeb,160; Ahmed b. Hanbel, II, 316, 350, IV, 423, V, 178) . Bu hadiste, 'sülâmâ' parmak kemikleri demektir. Ancak burada vucuttaki tüm kemik ve mafsallar kastedilmiş, kemiklerin insanın oturup kalkması ve hareket etmesi için ne kadar gerekli olduğuna dikkat çekilmiştir. İşte böyle bir nimete karşılık farz olan sadaka yerine, günlük bir takım hayra yönelik hareket ve davranışların bu nimetin sadakası olduğu belirtilmiştir. Burada nimetin şükür borcunun hafifletildiği görülür. Namaza giderken her adımın sadaka sayılması, her adım karşılığında bir derece yükseltme ve bir günah affetme anlamındadır (Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, İstanbul 1977, V, 374) .

Diğer yandan başka hadislerde, insanlara iyiliği emretmenin (Tirmizi, Birr, 36; Müslim, Müsâfirîn, 84; Ebû Davud, Tatavvu', 12) , Allah'a hamdetmenin ve O'nu tesbih etmenin bir sadaka olduğu belirtilmiştir (Müslim, Mûsafirîn, 84) . Bir kimseye yol veya adres tarif etmek sadaka sayıldığı gibi (Buhârî, Cihâd, 72; Ahmed b. Hanbel, V,154) , gönül alıcı yumuşak söz (Buhârî, Cihad, 72, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56) , bir ağaç dikenin bu ağacından insan veya hayvanların yemesi ya da yararlanması da sadaka sayılmıştır (Ahmed b. Hanbel, VI, 362) .

Sadakanın En Faziletlisi:

Çeşitli ameller arasında fazilet bakımından farklar bulunduğu gibi, ihtiyaç sahiplerine yapılan yardım ve tasadduklarda da bir sıra gözetilmiş; öncelikli tasadduk alanları belirlenmiştir. Gerçekten kişinin çok yakınında, belki aile fertleri arasında büyük sıkıntı içinde olanlar varken, uzakta olanlara yardım etmeye kalkışması maslahata uygun düşmez. Bu yüzden yardım ve infaka en yakınından başlamak prensibi getirilmiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

'Bir kimsenin sarfedeceği en faziletli dinar, kendi aile fertlerine infak ettiği dinarla, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcadığı dinardır' (Müslim, Zekât, 38; Tirmizi, Birr, 42; İbn Mace, Cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 279, 284) . Yine Rasûlüllah (s.a.s) , Allah yolunda harcanan, bir köle azadı için sarfedilen, bir yoksula verilen veya ailenin geçimi için yapılan harcamaları zikrettikten sonra, bunların sevap bakımından en üstününün aile fertlerine yapılan harcamanın olduğunu belirtmiştir (Müslim, Zekât, 39) . Bu hadislerde zikredilen aile fertlerinden maksat (iyâl): bir kimsenin nafakası kendisine ait olan çocukları, eşi, annesi, babası ve hizmetçisidir.

Sadakanın en sevilen maldan verilmesi daha faziletlidir. Kur'ân-ı Kerim'de; 'Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe iyilik ve taate nail olamazsınız' (Âlu İmrân, 3192) buyurulur. Bu âyet inince Ebû Talha (r.a) , Rasûlüllah (s.a.s) 'e gelerek şöyle dedi: 'Benim en çok sevdiğim malım Beyrahâ adındaki bahçemdir. Bu malım Allah için sadakadır. Onun Allah nezdinde sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Ey Allah'ın elçisi; onu istediğin yere sarfet! '. Bunun üzerine Hz. Peygamber, bu kararının çok kârlı bir yatırım olduğunu belirttikten sonra, bahçesini hısımlarına vakfetmesini bildirdi. Bunun üzerine Ebû Talha (r.a) onu hısımları ve amcasının oğulları arasında taksim etti. Başka bir rivayette, bahçenin verildiği kimselerin Hassân b. Sâbit ile Übey b. Ka'b (r.anhumâ) olduğu belirtilir (Müslim, Zekât, 42, 43) .

Kadının yoksul olan kocasına tasaddukta bulunması teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber bir gün kadınlara hitab ederek; Ey kadınlar topluluğu zinetlerinizden de olsa sadaka verin' buyurmuştu. Bunun üzerine Abdullah'ın karısı Zeyneb ile Ensardan bir kadın Allah'ın elçisine gelerek kocalarının yoksul olduğunu, onlara sadaka vererek destek olup olamayacaklarını sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber bu iki kadın için şöyle buyurmuştur: 'Onların ikisine de ikişer ecir vardır. Akrabalık ecri ve sadaka ecri' (Müslim, Zekât, 45) .

Ebû Hanife ile Hanbelîlerde tercih edilen görüşe göre, bir kadın zekâtını yoksul bulunan kocasına veremez. Çünkü bu takdirde zekât nafaka yolu ile kadına geri döner (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', II, 40; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 156; İbn Âbidin, Reddül-Muhtâr, II, 87) . Onlara göre, bazı hadislerde zengin olan sahabe hanımlarının kocasına destek olması nafile sadaka niteliğindedir. Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî ve Mâlik'e göre ise, kadının yoksul bulunan kocasına zekât vermesi caizdir. Dayandıkları delil, Hz. Peygamber'in, Abdullah b. Mesud'un karısı Zeyneb (r.anhâ) 'e verdiği şu cevaptır:

'Kocan ve çocuğun tasadduk etmeye en lâyık olan kimselerdir' (Ebû Dâvud, Zekât, 44; Talâk, 19; bk. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1991, s. 549) .

Bir mü'minin tasaddukunu sevdiği mal cinsinden yapması, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmaya sebep olur. Halife Ömer b. Abdülaziz çuvallarla şeker alır, tasadduk ederdi. Bunun yerine niçin para dağıtmadığı sorulunca, şu cevabı vermiştir: 'Ben şekeri çok severim. Bu yüzden sevdiğim şeyi tasadduk etmek istedim' (A. Davudoğlu, a.g.e., V, 352) .

Anne babaya müşrik bile olsalar yardımda bulunmak gerekir. Nitekim Esmâ binti Ebi Bekir (r.anhâ) şöyle demiştir: 'Annem yanıma geldi, kendisi Kureyş devrinde Rasûlüllah (s.a.s) onlarla anlaşma yaptığı zaman henüz müşrik idi. Ben Hz. Peygamber'e gelerek, 'Annem bana rağbet göstererek yanıma geldi. Kendisine yardımda bulunayım mı? ' dedim. Hz. Peygamber; 'Evet annene yardımda bulun' buyurdular (Müslim, Zekât, 49, 50; Ebû Davud, Zekât, 34; Ahmed b. Hanbel, VI, 344, 347) . Rivayete göre Hz. Ebû Bekir, Esma'nın annesi Kuteyle'yi cahiliye devrinde boşamıştı. Kuteyle Hicretten sonra Medine'ye kızı Esmâ'nın yanına gelmişti. Kendisine kuru üzüm ve yağ gibi hediyeler getirdi. Fakat Esmâ bu hediyeleri almaktan ve onu evine kabul etmekten kaçındı. Hz. Peygamber'in izin vermesi üzerine de onu evine aldı (Buhârî, Hibe, 29, Cizye,18, Edeb, 8; A. Davudoğlu, a.g.e., V, 363, 364) .
Ölen Kimse Adına Sadaka Vermek Caiz midir?
Bazı ibadet ve taatların ölen bir kimse adına yapılması mümkün ve caizdir. Bunların sevabı ölüye ulaşır. Ölü nâmına verilen sadakalar başta gelir. Hz. Peygamber'e bir adam gelerek şöyle demiştir: 'Ey Allah'ın elçisi! Annem ansızın öldü, vasiyet de etmedi. Öyle sanıyorum ki, konuşmuş olsa sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Acaba onun adına ben sadaka versem, anneme sevap olur mu? ' demiş. Hz. Peygamber; 'Evet' cevabını vermiştir' (Buhârî, Cenâiz, 95; Vesâyâ, 19; Müslim, Zekât, 51; Vasiyye, 12, 13; Ebû Dâvud, Vesâyâ, 15; Nesâî, Vesâyâ, 7) .
Hz. Enes (r.a) , Rasûlüllah (s.a.s) 'e; 'Biz ölülerimize dua ediyor, onlar adına sadaka veriyor ve haccediyoruz. Acaba bunların sevabı onlara ulaşıyor mu? ' diye sormuş, Allah elçisi şöyle cevap vermiştir: 'Şüphesiz, onlara ulaşır ve onlar sizden birinizin hediyeye sevindiği gibi ona sevinirler' (Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, V, 366) .
Hanefilere göre, bağışlanan her çeşit ibadetin sevabı ölülere ulaşır. Ancak ölen kimse namına zekât, adak, hac gibi mali yönü olan ibadetleri ifa etmek mümkün ise de; namaz, oruç gibi ibadetleri onun namına ifa yeterli değildir. Bunların bizzat hayatta iken ifası gerekir. Çünkü bu ibadetler, ferdi, beden ve ruh bakımından olgunlaştırır, olumlu etkileri bizzat bunları yapanların kendilerinde görülür. Başkalarının bunları yapmasıyla asıl yükümlü üzerindeki fayda sağlanmış olmaz.
Hamdi DÖNDÜREN