Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Azametli bahtsız bir kıt'anın,
şanlı tali'siz bir devletin,
değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi;
ittihad-ı islamdır.
Bediüzzaman
Akıllar, kalpler, ruhlar senin varlığına ve birliğine şehadet ederler
Yâ Rabbe'l-âlemîn, yâ İlâhe'l-Evvelîne ve'l-âhirin, yâ Rabbe's-Semâvâti ve'l-Aradîn,
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur'ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve İmân ettim ki:
Nasıl sema, feza, arz, ber ve bahr, şecer, nebat, hayvan, efradıyla, eczasıyla, zerrâtıyla seni biliyorlar, tanıyorlar ve varlığına ve birliğine şehadet ve delâlet ve işaret ediyorlar. Öyle de, kâinatın hülâsası olan zîhayat ve zîhayatın hülâsası olan insan ve insanın hülâsası olan enbiya, evliya, asfiyanın hülâsası olan kalblerinin ve akıllarının müşahedat ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatıyla yüzer icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bir katiyetle, Senin vücub-u vücuduna ve Senin vahdâniyet ve ehadiyetine şehadet edip ihbar ediyorlar, mu'cizât ve kerâmât ve yakînî bürhanlarıyla haberlerini isbat ediyorlar.
Evet, kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir Zâta bakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye ve ilham edici bir Zâta baktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretinde sıfât-ı kudsiye ve Esmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne; ve enbiya ve evliyada, bir Vâcibü'l-Vücudun envârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir nuranî kalp; ve asfiya ve sıddîkînde, bir Hâlık-ı Küllî Şey'în âyât-ı vücubunu ve berâhin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden, isbat eden hiçbir münevver akıl yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve Senin vahdetine ve ehadiyetine ve Esmâ-i Hüsnâna şehadet etmesin, delâleti bulunmasın ve işareti olmasın.
Lügatçe;
ber ve bahr: Kara ve deniz-şecer: Ağaç-hülâsa: Öz-müşahedat: Maddi gözle veya manevi keşifle seyridilenler-keşfiyat: Allah`ın izni ile bâzı büyük insanlara Kur`ân`dan öğretilen, geçmişe, bugüne ve yarınlara âit mânevî keşifler, sırlar-istihracat: Bazı işaretlerle belli bir şeyi daha belirgin olarak ortaya çıkarmak-vücub-u vücud: Varlığı gerekli olmak, olmaması imkânsız olmak, varlığı zarurî ve vacib olmak-vahdâniyet: Allah`ın bütün isim ve sıfatlarıyla bütün varlıklarda birden tecellî etmesi-ehadiyet: Allah`ın yarattığı herşeyin yanında Zâtıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle bulunarak birliğini göstermesi-yakînî: Şüphe edilmeyecek derecede kesin bir şekilde-perde-i gayb: Gayb perdesi, görünmeyen âlemin perdesi-hâtırat-ı gaybiye: Görünmeyen âlemlerden gelen ihtarlar, hatırlatmalar-ilhâmât-ı sâdıka: Doğru ilhâmlar-hakkalyakîn: Mârifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir surette gerçeği görüp yaşamak hâli; ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi-Vâcibü'l-Vücud: Varlığı zarurî ve şart olan, varlığı gerekli olan ve yokluğu düşünülemeyen, varlığı zâtî, ezelî, ebedî olan; varlığı, vücud tabakalarının en sağlamı, en kuvvvetlisi, en esaslısı ve en mükemmeli olan-envâr: Nurlar-aynelyakîn: Göz ile görür derecede kesin olarak bilme veya bu derecede inanma-âyât-ı vücub: Varlığını zarûrî ve kaçınılmaz kılan deliller-berâhin-i vahdet: Birlik delilleri-ilmelyakîn: İlim yoluyla kesin olarak bilmek.
Ehl-i İmanın safderunluğu musibetlerin devamına sebep oluyor
Dualar neden kabul edilmiyor?
Mânevî bir ihtarla bir iki ince meseleyi size yazıyorum.
BİRİNCİSİ
Geçen Ramazan-ı Şerifte, Ehl-i Sünnetin selamet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik âşikâre kabulleri görünmemesine hususi iki sebep ihtar edildi.
Birincisi: Bu asrın acip bir hassasıdır. Haşiye Bu asırdaki ehl-i İslamın fevkalade safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevi ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; 'Biz buna müstehakız' derler.
Evet, elması bildiği (ahiret ve İmân gibi) halde, yalnız zaruret-i kat'iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer'iye var. Yoksa, küçük bir ihtiyaçla veya hevesle veya tamâh ve hafif bir korkuyla tercih edilse, eblehâne bir cehalet ve hasârettir, tokata müstehak eder.
Hem âlicenâbâne affetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini affedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen cânilere afüvkârâne bakmaya hakkı yoktur, zulme şerik olur.
İkinci sebep: Yazmaya izin olmadığından yazılmadı.
Haşiye
Yani, elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.
Said Nursi
Lügatçe;
hassa: Birşeye mahsus özellik-safderunluk: Saflık, kolayca aldatılmak-âlicenâbâne: cömertçe, büyüklük göstererek-hasene: İyilik-seyyiat: Kötülük, günahlı işler-hukuk-u ibâd: Kişilerin hukuku, kul hakları-ekall-i kalîl: Azın azı, pek az-musibet-i âmme: Genel musibet-teşdid: Şiddetlendirme-zaruret-i kat'iye: Kesin ihtiyaç, kat`î zarûret-ruhsat-ı şer'iye: Şeriatın izin ve müsaade ettikleri.