İstanbul ve Tokat Şa ... Mesaj Detayi Antoloj ...

Tarih: 18.12.2008 12:14
Konu: Aşk'a dair bir söyleşi

İşitin hu! Ey yârenler! bu dert ile niyazımı
Hem dert ile figan ile, duyan var mı? Avazımı

Aşık hep dertlidir, hep figan ile yanıp tutuşur, hep yalnızdır hem de niyazlıdır, dostu ile halvettedir, niyazsız avazsız aşık olur mu hiç? hem dost arar hem yâren, yani yaşanan hâllerin içeriğine vakıf olan bilen ve haldaş kişidir aradığı, ama bulamaz, bulsa da asıl maksudu o değildir, ancak bir nebze olsun hâlleşip söyleşir lâkin tatmin de olamaz, bir andan sonra yine başlar yakarışları, budur işte aşıkın hâli...
‘’işitin hu ey yârenler! ’’ derken zaten zahiren bir dost ve arkadaş kasdetmemiştir bu feryat içten içe bir yakarıştır içteki feryat dışta zaten ehline açıktır, hâl ehli hâlden anlar ona sesini duyurmaya ne hacet, hem bakmayın onun feryad figân ettiğine, sanmayın bu hâlden şikayetçidir aksine mutludur kendi hâliyle ve O’nun aşkıyla yanıp tutuşmasıyla, çünkü hicran ehli ancak bununla sürur bulur, rahata erer, hani şair fuzuli de nasıl demişti
‘’Aşk derdinden olur aşık mizâcı müstakim,
Aşıkun derdine dermân etseler bimâr olur ‘’
yani; aşıkın ruhu aşk derdiyle ancak rahata erer sürur bulur, aşıkın derdine çere bulurlarsa, yarasına merhem sürüp derman olurlarsa işte o zaman aşık hasta olur.

Kim bile bu can elimde, aşk mihengi tuttuğumu
Gel aşıksan sen de dinle, şu benim gizli razımı

Aşk ateşiyle pişmekte olan aşıkın elindedir aşkın mihengi, kışr ehli sahte aşıklar zahir gözüyle göremez onu, göremez de farkında olmadan kendi hâlini kor ortaya, bu miheng öyle bir mihengdir ki bir tek eğri kelime bile kaçmaz ayardan. ‘’gel aşıksan sen de dinle’’ gel ola ki sahte aşık isen de, zahirperest isen de, kul aşkına tutulmuş isen de, yine dinle olur ki bir gün sahtelikten bıkar usanır yada gerçek ehli hâl birisine bir yerlerde değmiş sürtünmüş olur, yahut bir söz tesir etmiş olur da bir zerrecik o lezzetten kâm almış tadını unutamamış olabilirsin.

Aşksızlara divan olsa, dost sözü yavan görünür
Can dilinde mani sunsa, anlamaz ki bu nâzımı

Aşksız olana, gerçek aşkın tadını bilmeyene edebiyatın en olgun meyveleri, candan cana derin duyguları, dost ile ünsiyetin hususiyetini anlatan manalar sunulsa yavan gelir, yavan gelir hem hoş gelir lakin bu engin derinliğin mesabesinden haberi olmayanlar ilginç ve değişik bir nâzım biçimi der geçer, halbuki can dili mâni sunduğu vakit zahir dil susar kalır, bunca yıl türlü kelimeler düzüp sesler çıkarmasına rağmen bu nasıl bir şey diye şaşkınlıktan dili tutulur da susup sadece dinler, can dilinin sesi yoktur sözü de yoktur sadece lisan-ı hâli vardır, bu hâlvet içersinde bir hâldir andan içre bir andır lisan-ı hâl dili konuştuğu zaman andan kısa bir anı sayfalar dolusu söz ile anlatmaya kalksan yine anlatamazsın en zor şey hâli kaâle dökmektir.

Hâlimizdir gelen dile, meylimiz bellidir kime
Kim de neyle meşgul ise, dışa sızdırır özünü

Yazılmaz, yazılamaz hele aşka dair bir tek beyit yazılamaz, o aşkı anlatan kalb-i lisândır kalem kağıt ile olacak şey değildir, meyl ettiğin her ne ise ona dair yazarsın ve hiç kaçarı yok dış yüzüne de o sızar, aşık nazarında ne dünya vardır ne ahiret, dünya bugün ikamet edilen mekândır ahiret yarın ikamet edilecek mekândır oysa aşık mekânsızdır, mekânlar ona huzur vermez, o ancak O’nun aşkıyla ve O’nunla ülfette huzur bulur, gerçek aşkı tatmış olanın ikamet fikri olmaz ki onlar; ‘’ her nereye vardı isek olduk aşka giriftar ‘’ derler ve kavuşma anını sabırsızlıkla beklerler, ölüm netice itibarı ile kavuşmaktır vuslattır lâkin onlar kavuşmak için ölümü de beklemez, ölüm anını her an yaşarlar, an be an ölümden sonra karşılaşılacak olayları iç dünyasında tatbiki olarak yaşamaya gayret gösterip ‘’ölmeden önce ölünüz’’ sırrına mazhar olmaya çalışırlar.

Hâlvetim aşk diyarıdır, maniler hâl lisanıdır
Hak’ka yol tutmak dileyen, işitir yürek sözünü

Hâlvet! ah hâlvet! yanık kokulu uzlet odam, iç dünyam benim, hâlvet; hasret ve ihtirastır, O’nun aşkına olan ulvi bir iştiyaktır, O’nun aşkıyla için, için yanmaktır, bu hâlvet eski zamanlardaki gibi tekke usulü adabınca karanlık ve daracık değil, geniş çok geniş engin ve de aydınlık, hem de ne aydınlık ki gönül gözüyle etrafı seyretmeye kalksan içteki aydınlıktan zahir gözün kamaşır başın döner etrafı göremezsin de sağa sola çarparsın, şimdilerde hâlvet işte böyle halkın içinde gezip tozarken, işine gücüne bakarken yapılıyor, kimler kim kaç kere ne erbainler çıkardı bir bilseniz, işte aşk diyarının hâlveti bu, var şimdi sen bu diyarın içinde O’ndan gayri her ne varsa bir kenara koyup, gönül kapısını da ardına kadar açıp, dünya ve ahirete dair her iki buutunda emel ve arzularından geçip, gelecek olan bir sessizlik nidası, bir ünsiyet rayihası koklamaya gör, işte o zaman başlar hâl lisanı ile mânâlar dökülmeye, konuşmana yazmana gerek yok, o hâli yakaladınsa dur ve dinle yalnız dinle ve hâli yaşa, yazmak için acele etme o zaten özüne yazılmıştır, sen özde kalıp gaflete düşmez isen her zaman sana açıktır istediğin zaman bakar ve okursun, hem ne diye yazıp çizmenin derdine düşeceksin, O’ndan gayri her ne varsa bir kenara koymadın mı ki, bunlar da gaflet ehline mahsus tutkular değil mi ki, niçin halâ geri dönüp de süfli işler peşine düşmektesin. (nefsime)
İşte işitmen gereken bu idi duydun, sakın bu hali yaşayamamışlıktan hayıflanma gayret et sabret ve bekle Allah’ın rahmeti geniştir kime ne zaman ne lütfedeceği belli olmaz.

Bu dert ile yola çıkan, ne arar sorar kendini
Benliği terkine vurup, nesneye kapar gözünü

Bu dert deli işi, çılgın işi, insan ne kadar cahil ve cesur, hem sever hem kaçarsın, kaçmak için yol arama keskin bir aşk kılıcına boynunu uzatmışsın bir kere, o kement boynuna geçmiş bir kere ne çare dönüş yok aşka sarıl da kurtul, bunun ilacı aşktır başka çare arama, ne gider ilaç peşinde doktor peşinde koşarsın, doktor ancak iğne ve hap verir bir de terapi uygular aman der sakın derin düşünme, kendini oyalayacak bir şeyler bul, derinlere dalma çıkamazsın, sorulara cevap aramaya kalkışma der. Oysa sen zaten bu dert ile yoğrulmuşsun mayan zaten bu, ne diye bir hobi ile vaktini boşa harcayacaksın, sen ilaçların tesiriyle ancak beden uzuvlarını ve sinirlerini uyuşturup uyursun bu geçicidir aldanma sen kalıcı olana bak, Baki olan Allah’tır, O’nun aşkını en baş köşeye oturt gayri şeyleri sil aklından varsın deli desinler, mecnun desinler bu hâl de geçicidir, bir zaman sonra bu hâle de alışır yakınlığa aşinalıktan ‘’ne arar sorar kendini’’ der kendini bile unutursun, var mısın yok musun anlayamazsın, işte varılması gereken kapı burasıdır, burası yokluk kapısıdır aşka sarıl, Hak aşkına sarıl aşk devadır, başka deva arama bu aşkın gemisi çile, yelkenleri hüzün, rüzgarı da ünsiyettir hüzün kanatlarını üns rüzgarlarına aç ve o ulvi deryada çile gemisi ile yüz gezin, düşerim diye korkma sakın hüzün hafiftir o da yüzer, hatta düşer sırılsıklam olursan bu daha iyidir hem rahmettir hem içme fırsatını bulmuş olursun içince de için iyiden iyiye aydınlanmış olur, sekir hâlinden ayıklık hâline geçersin, bu hâl sende hakim oldu mu benlikle âlâkan kalmaz, işte o zaman ne delilik kalır ne de karmaşık ve çapraz bilmeceler yumağı.
Sorulardan geç cevaplardan geç hâli yaşa ve hâlini muhafaza et çünkü soru da cevap da hâlin içindedir, burada benlik yoktur kendi fikrin ve ilmin hiç yoktur hatta ilimsizlik (cehil ve hayret) hâli vardır, bu hâlet içersinde acı ve ıstırap, yalnızlık hissi, yorgunluk ve bitkinlik olabilir bu da devadır acı da olsa iç bu şerbeti, nasıl ki şifa veren bazı ilaçların tadı da acıdır, bu acı ilacı sabır suyuna katık et yoksa hazmı zordur, insana verilmiş istidatlar da kademe kademedir, hem unutma ki Allah cc. kimseye kaldıramayacağı yükten fazlasını yüklemez... Sabır ve tevekkül en iyi sadık birer dost ve yoldaştır, tasavvuf erbabı zatlar manevi seyrin çeşitli renk ve şekillerinden kendi üslup ve meşreplerince bahsetmiş olup birleştikleri ortak noktada üç şey vardır Kur’an ahkâmıyla amel, Resulullah s.a.v. sünneti seniyyesine ittiba ile Allah ve dostlarını severek istikamet üzere kalmaktır, gerisi hikaye, bunu yaparsan sapıtmazsın hiç korkma, sapıtanlar yada yolda kalanlar geçilen merhaleler esnasında ilgilenecek bir şeyler bulmuş onunla oyalanmışlardır, yani gayriye sapmışlardır kimi rüyalara takılır, kimi oluşa gelen ilginç hâllere, kimi de oldum zannı ile kendini bir yerlere koyar sonra kendini oldum sandığı hüviyet iddiasıyla imtihan ettikleri vakit eli ayağına dolaşır da yok, yok ben değilim, ben bir hiçim der ağlar sızlar yalvarır, işte böylece sonuç olarak kendi zan ve vehimlerini bir kenara koyarak hiçliğini bileceksin bir, hâlleri kendinden bilmeyecek ve takılmayacaksın iki, ölümü hiç unutmayarak aşk ile istikamet üzere kalacaksın üç, işte bu her bulunduğun hâlin içinde lazım olacak güzergah projektörü olup önünü görmek için devamlı yanık tutacaksın, elektriğin kesintiye uğramaması için de acz ile yakarış ile merkezle bağlantını koparmayacaksın.

Kim aşıksa yansın gelsin, benliğin boşansın gelsin
Pişmeye meyli yok ise, yalasın gaflet tuzunu

Kim aşk ehli kim kışr ehli herkes kendini tartabilir, aşkta hile olmaz aşka riya da karışmaz, kendilerini züht ve takva ehli olduğunu sananlar amellerine riya karıştırmadan edemezler, kışr ehli ameline güvendiği için gizli şirke de bulaşmış sayılır, züht ve takva gereklidir ama kendini züht ehli görmemek kaydıyla, aslında züht de kışr dır kabuktan ibarettir, öze inmek için bir vesiledir, yalandan ve sahte dahi olsa ihlas sahiplerine inat ve sabır ile devamlılıkta bir gün gerçeği mutlaka görmek vardır, kendini züht ehli sandığın vakitlerde yaptığın ve beğendiğin amellerini teraziye koyup tarttığın vakit ne ile öğündüğünü, ne kadar riya karıştırıp karıştırmadığını ancak öze indiğinde değerlendirebilirsin, öze indikten sonra da züht ehli olmak davalığını güdemezsin artık, büyüklerden birisi şöyle buyurur
‘’Riyadan kurtulmak için, züht hırkasını kadehe değiştim... melamet hırkasını giymeden de tevhit zevkini tadamamıştım... o hırkayı giyemeyenlerin ömrü ise kıyl’ü kaal ile, kavga ile geçer. Hakk’a vuslat uğrunda ne nakışlar, ne türlü tâatler, kaç çeşit ibadetler izhar ettim... hiçbiri faide vermedi, bütün niyazlar münacatlar hebaya gitti... nihayet bütün müracatlarımı terk ettim, Hüdâ’nın muradına tabi oldum, muârazayı bırakıp teslim yolunu tuttum o zaman kâm aldım’’
Benliğinden boşanmak fiili işte bu şekilde yani kendi muratlarından vazgeçip Hakk’ın muradına tabi olmakla hasıl olur, bu nasıl olacak durup dururken olur mu?
Allah cc. kulun kalbine nazar eder niyeti ne ise onu verir, istemek lazım, lâfla değil canı gönülden arzu ederek ‘’ Ya Rabbi benim muratlarımı al, beni de kendi muradına râm eyle ‘’ diye yanıp tutuşacak ki pişme işlemi başlasın, aksi takdirde muratlara ve emellere takılıp kalmak gaflet tuzunu yalayıp durmaktır, boş yere oyalanmaktır.
Bu tarif tabii ki gerçekten talep edenler içindir, tasavvuf ehlinin de avamı vardır, bu söylenenler kendilerini tasavvufun avamı saymayanlar için geçerlidir.

Pişmek bu seyr-ü seferde, atmaktır gayriyi terke
Havf-u recâ tertibiyle, yokluğa dönsün yüzünü

Aşık yanmasa olmaz, için, için yanacak ki kıvama gelecek pişecek, tam kıvama geldim sanıp kendine baktığı an yeni bir eksiklik görüp, daha doğrusu gayri nesnelerden birine olan sevgi muhabbet tutku görüp ondan kurtulmaya onu atmaya uğraşırken tekrar yanar tutuşur, burada çift taraflı bir yanma söz konusudur hem O’nun aşkıyla O’nun derdiyle yanma hem de gayriye meyl etmiş tarafını düzeltmenin derdiyle yanma, bu böyle sürüp gider eksik taraflarını at, at bitmez çünkü insan hep eksiktir, onun için hiç tamam oldum diyemez eksiklik o anda yok gibi görünse bile aldanma bir zaman sonra çıkacaktır bu bilinçle kırbaç elinde hazır tetikte olup nüksedecek her türlü maraz düşüncenin ve fiilin tepesine bineceksin aksi takdirde sen bunu yapmaz isen o kırbaç senin başında patlar, ya güzellikle usulüne uygun yaparsın ya da zorla yaptırırlar, işi uzatma gel önce kendini teslim al emaneti sahibine ver kurtul, yol çok uzun ne diye tırmalar durur inat edersin görmüyor musun direndikçe yokuş dikleşiyor.
Havf ve reca (ümit ile korku arası) mü’min iki kanatlıdır biri korku diğeri ümit
dikkat et korku ümidi galebe çalmasın ümit bir adım önde olsun bu denge önemlidir çünkü korku hakim olduğu vakit şeytan daha kolay yaklaşır dalına biner, onunla işin yok duyma onu hani derler ya ‘’ vesveseleri at ‘’ ne atması! duymayacak dinlemeyeceksin, atmak demek daha önce ilgilenip alıp sahiplenmiş olmak demektir iki kere yorulma, söylediklerini ne dinle, ne ilgilen, ne de sahiplen konuşsun dursun onun işi o, sen hem atma fiilini başka işte kullanıyorsun zaten, bu işlem çok karışık gibi gelmesin sırayla değil bu söylenenlerin tümünü aynı anda yapacaksın yani şöyle; O’na olan aşkının derdi ile yanarken gayriye meyl etmeyerek mutedil (ölçülü, orta yol) yol tutarak, tespit edip bulabildiğin kötü huy ve düşünceleri atıp iyi işlerle değiştirecek, hata etmemeye dikkat ederek, korku ile ümit arasında olup vesveseyi de duymayıp geçeceksin geri kalan boşlukları da zikir, tefekkür ve salavat ile dolduracaksın bu meyanda hem dilini kötü sözden korumuş olursun, hem de kalbi boş tutmamış olursun, bu arada işini gücünü çoluk çocuğunun da rızkını unutma, zor gibi görünse de zamanla kolaylaşır kulun gücü yoktur dirayeti ve gücü veren Allah’tır sen iştiyak ve arzu ile iste yeter, netice itibarı ile bunu tatbik ettin mi yüzünü yokluğa döndün demektir, kendini de yok sayarsan geriye var olan kalır, işte netice budur.

Hamlar bu derdi nesirde, name sanır da okurlar
Ne namedir bu ne şiir, arifler bansın özünü

Ehli iman içinde avam vardır, havvas vardır, havvas-ül has vardır, gaye avamı yermek değildir avamın da imanı sahihtir lâkin şer işlemeye de meyyaldir, onun nefsi emmare den kurtulma gibi bir gayreti olmadığı gibi çoğunun haberi de yoktur, havvas olanlar arifler safındadır, arif; irfan ve hikmeti ince anlayışla kavrayıp çözümleyen kişidir, arif olmayan aynı zamanda gafildir, hikmetli olsun olmasın olaylara ve anlatılanlara irfan penceresinden bakmadığı için düşünce süzgecinde tam olarak ayıklayamaz, arif ise gelişen her olay ve fiil karşısında hikmeti önce aramaz fiil ve oluşumun içinde gelişen olayları irfan süzgecinden geçirip değerlendirir hikmetini sonra bekler, bu yüzden mecazi bir anlatım ve fiilden sonra ‘’arif olan anlar’’ derler bu durumda ister name olsun, ister şiir, ister nesir ister ne olursa olsun arif alacağını almış özüne banmıştır, öz arifin birinci derecede ilgi alanıdır, öze inmek ise birinci derecede icraatı ve iç dünyasının dışa yansımasıdır. Ham olmak pişmemiş olmak demek beden ülkemizde bulunan asli vatanı ve asılları arşın fevkinde olan nurani unsurlar kâlp, ruh, sır, hafi, ahva letaiflerinin asıllarına olan seyrini engellemek demektir, bu seyirleri tamam edip hamlıktan kurtulmanın her derecesinde gönül gözümüzdeki perdelerin açılması söz konusudur, açılan her perde kat edilen mesafe anlamına gelir, bu oyun eğlence değil ciddi gayret gerektirir uzun yıllar sabır ve istikrar ile aynı zamanda bilen bir kişinin de yardımına ihtiyaç vardır, bu yolda insan öyle iptilalara ve meşakkatlere tutulur ki tek çıkış yolu aşk ve sadakat yoludur.

DEVAM EDECEK

Yola çıkmış bir kafile, şerli şersiz uysun diye
Yolda koyan şom nefs, ile eğri etmesin düzünü

Çağrıma yetişir ferman, kerem dilleri çözülür
Bu kısacık metin ile, anlattım derdim cüzünü.

YANIKKEREM