_Enbiyalar Serveri_ Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Mustafa Semerci
Alan:   Grup:_Enbiyalar Serveri_
Tarih: 21.04.2010 22:31
Konu: yarışma için yazdığım şiir yorumlarsanız sevinirim iyi akşamlar

İstanbul da bul
Avlusuna girdim demin, yedi tepeli şehrin
Hayalini süsler torunum; hayalleriydi dedemin
Şimdi kollarında iki kıta, Asya’yla Avrupa
Omuzlarda baş olmuş; /baş/lığıyla bir dünya
Yer kubbeye asılmış kandil; kandili ülkemin
Toprağıyla yer oldum göklerine zemin
Sevda bu olsa gerek ne kadar aşığın var
Kapına kilit vursam etrafına duvar
Üstüne çeksem çelik zırhı kubbe diye
Eritir; aşkın oduyla yanan binlerce methiye
Yinede kurtaramam âşıklarından seni
Âşıklar şöyle dursun maşuklar bile sana deli
Modaya uymuş durur, telli duvaklı gelin
Avlusuna girdim demin, yedi tepeli şehrin

Boğaz’da balık, Beyoğlu’nda sefa
Araba, kat, yat, bin bir hurili şehir
Kolların zevki âlem, için bir rüya
Altından lâleler, lâleli devir

Bebekte solo, Taksim’de şenlik var
Tavernada şantöz şarkılar söyler
Lâleler kırmızı, lâleler sarı
Boynuna takılmış altın kolyeler

Doludizgin, zenginsin /zengin/
Bir oturuşta cümbüşe değer biçilmez
Oluk olsun paralar aksın yollara
Su içilir, mey içilir, zaman seçilmez

Daha ne gam, Daha ne efkâr,
Dünyanın saltanatı kurulmuş sende
Başında, günlük güneş, ayağında sular
Gözlerin, matmazellerle seyrüseferde

Unkapı besteler efsane şarkını
Karaköy de bir telaş koşturur durur
Ortaköy dağıtır dumanlı başını
Yorgun ruhlar Eyüp de huzuru bulur

Ellerini açmış göğe binlerce minare
Ebedi varlığına bin dua okur
Ezanları dinmeyen efsunlu kubbe
Her sabah göğsünde bir bayram olur

—Haydi, ressam, şöyle güzel bir resim yap
İstanbul hatırası olsun
İçinde yaşamadık ama elimizde bulunsun

—Fırçanı çok iyi kullan, Bu şehir, şehri sultan
Eyvah! her taraf tufan, duman!

—En acıklı hatıralar bende sanırdım! ...
Bir gökyüzü mavi, gerisi hep gri
Tabloda bir yanlışlık mı var ressam,
İstanbul bu! ... Böyle kasvetli mi?

—dur! Dinle bak
—İçinde bir semazen karanlıkları yırtarak
Tıktık tıklayarak tıktık tıklayarak
Dönen bir peri, yağız yalnız bir veli
Yıldıza, aya inat yakamoz saçar etekleri
Kendince vakur, kendinden emin
Döner dururdu fenerim

—Ne yaptın ressam? fener karanlık! …
Fenerde göz! Gözlere yaş konur mu?
Gökte ay denizde su
Suda yakamoz unutulur mu?

—Ama: gecekondu oldu, varoşların devi
Yoksa yatak olur şoseler
Lâleler soğuk lâleler gri
Kurşundan demirden ağır laleler

Bir yoksulluk üstlenmiş cılız elleri
Beşikte çocuk, sokakta insan aç gezer
Bir çukurluk çökmüş, kurumuş gözleri
Kemikleri fırlamış, iskelete benzer

—Bin kahır yüklenmiş yoksul evleri
Görüpte gözlerini bağlamaz mı fener
Pislikte boğulurken kız körpeleri
Görüpte gözleri, ağlamaz mı fener

—Amenna ama bu şehir
—evet öyledir
—Neden kan fışkırıyor sulardan
—akkuşlar, alıcı kuşlardan

Bulutlardan tepelerden eğilmiş
Yalılarda beyler, kulelerde vakar
Evinden ekmeğinden edilmiş
Bir yermeyle varoşlara bakar
Ne insaf, ne merhamet, hepsi el’miş
…/Ateş bu, düştüğü yeri yakar/
Bir /rahmet/ yağar ezilmiş topraklara
Kimine kan olur, kimine mezar
Biraz daha eğilin, şimdi yoklara
İnsan bu /toprak/, toprak kokar
Çocuk alkol olmuş, çocuk dilenci
Çocuk fuhuş, çocuk intihar
Çocuklar kayıp, çocuk tinerci
Çocuğunu yitirmiş, analar ağlar

—Ağlarda, kanlı gözyaşı dökülmez mi?
—Bu kadar ağıta, sularda kan görülmez mi?
*
Biliyorum yıllardır âşıksın sükûnete,
Ütopya mı? Peşinde koştuğumuz /sevgili/
Ben tutkun, Sen vurgunsun resmine
Umduğumuz, sadece, hayallerinde mi?

Cebinde bereket taşıyan şehir
Şu mahcup yüzlere bir gül
Özlemekteyiz hala doğacak fecir

Ne zaman doğrulacak asılmış yüzler
Cin /Bencil, sadist ve kibir/ şişede midir?
Kapısında duruyorsun karanlıkların
Mutluluk Kaf dağının arkasında değil
Biraz kıyılara çık efkârın dağılsın
Değil para, Karunların değil
Ne gelecek tarotlarda, ne aşk erosta saklı
Lâleler bağlara, boynumuza değil
İçinde kaybolan insanları bul
Pusulan yitik, yönlerin değil
Dört yönün ortasındasın İstanbul
Çığlık masum, sağır seslere eğil

El ermiş gül dermiş yeşermişsin
İnsan gibi insana aşermişsin
Lâleli; zalim devri, kapat artık
Devri lâlenin resmini yap artık
*
—Anladım, ama sen yine
Güneşi biraz daha koy resmine
Böyle değil; bil ki bu şehir
Sarılmış, Süreyya’nın yedi rengine
Sönmüş devran, yeni bir devir
Zamanları katmış, güzelliğine

Boğazında inci kolye, açılmış gerdanıyla
Yaşayan bir efsane, altın boynuzuyla

Nice gelinler gelmişken o/nurlu/ ceddimize
O’ndan başkası yar olmazdı fethimize

Sur sığınak, köprü altı barınak, üstü Samanyolu
Barınaklar ötesi, inadına, köyleri konakla dolu

Doludur, onun gönlü geniş, kucağında yetimler
Ne berduş der ne derviş, efendiyle dolu semtler

Damlar; dağlara, taraçalara, sırtlara, bağlara, sular
O bir devdir; gözleri bulut, yağmurdan elleri var

Dikili dallarda meyve, Ekili tarlada tane ve ambar
Yüreği sevgili yar, kolları yemişle dolu bahar

Yalılar evler, kuleler devler, kollar; okulları surlar,
Sürekli can taşır, sonu hep İstanbul’a çıkan yollar

İlim de akademi, iklimde lebiderya, turizmde harika
Bir siluet kayar gözlerin önünden, kayar… Mehlika

Yetişir hoyrat davranmayın, o bir asilzadedir
Sırları delmiş, asırları çiğnemiş, şehri efsanedir

Kuleler zırhı, kubbeler miğfer, minareleri tuğu
Dünyaya yedi tepeden bakan şehri İstanbul’u

Böyle yap ressam, yapacaksan resmini
Yükleme şehre, yükleme! İnsanların sıkletini,

Ey doğum, ey batım, ey övülen bahtım
Ey O/nurlu/ mirasına sahip çıkamadığım
Sakın ha, bünyene üşüşen mikroplara yenilme
Dimdik ayakta dur, vecdinle; eğilme
Ne uyduruk yapılar ne naralar almasın seni
Bozmasın o asil yapını, sanatçı felsefeni
Kirletmesin kirli sözler, kubbendeki hoş sedayı
Ne yıkılsın tarih, ne tarih; yıksın bu manayı
Ne sarhoşlar kussun, kutsal toprağına
Ne berduşlar dokunsun, telli duvağına

Ve bil ki, kim bu azametli şehri sahipsiz sanır
O zaman kızıl topraklarında binlerce ordu uyanır
Ne zaman yabancı bir gölge mahremine dokunur
İşte o zaman analar binlerce Fatih doğurur
—Ve Afakını Ceberut düşünceler sarsa da bil
İndirir: mabedinde getirilen Binlerce tekbir

Kim demiş ayrı gayrıdır, farklıdır insanların
Tabiatıyla insan dolu, değil midir sokakların
Tenin renk, dilin renk, dinin renk, insanın renk,
Gövden rengârenk, renkler içinde bir ahenk
Adam lisan, madam lisan, modan lisan
Köylerin kum gibi, gövden kum gibi insan

Sen kutlu anıt, Sen kutlu site, Sen kutlu kitabe
Sen başsın şehirlere, örneksin selefe, Şehri Halife
Yedi tepen, yedi düvele olsunda yetmiş bin kubbe
Okunsun kubbelerinde adına binlerce hutbe
Sen hala hayran hayran bakarken Halik’ına
Halik tüm dünyayı hayran bırakmış sana
Ve hala, yüzlerce yıldır, Rabbine şükürdesin
Dışın kaynarken sen, içinle tefekkürdesin

Sen bir şiirsin; bir resim, bir felsefe, bir sanat,
Sen bir deniz, bir orman, bir lale, Sen bir hayat
Sen Süleymaniye, Sen Meryem Ana, Sen Barış Vahası,
Sen ibadetiyle kutsanmış, inançların, hür dehası.
İklimi buram buram iman kokan bir ebediyet
Dünyaya mührünü vurmuş solmayan medeniyet
Sen bir ruhsun, Sen bir beden, Sen merhamet,
Sen Beyoğlu, Sen Ayasofya, Sen Sultanahmet

Mescidi mukaddestir, Kilisesi hür, Sinegok özgür,
Tüm inançlara kucağını açmış, bir tefekkür
Yok, kâinatta böyle bir şehir, izde bul, gezde bul
Aşkı bul, meşki bul, sevgi bul, İstanbul
İlle de İstanbul’da bul, İstanbul da İstanbul.

mustafa semerci