_Enbiyalar Serveri_ Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Müdahher
Alan:   Grup:_Enbiyalar Serveri_
Tarih: 17.08.2009 21:23
Konu: BİZ DÜNYAYI FETH EDEMEDİK, DÜNYA BİZİ İŞGAL ETTİ.

BİZ DÜNYAYI FETH EDEMEDİK, DÜNYA BİZİ İŞGAL ETTİ.

Çokça söylenen bir Hadisti; 'Ben dünyayı ne yapayım? Ben ve bu dünya yolcu ve altında gölgelendiği ağaç misaliyiz Bir zaman sonra yolcu yoluna gider ve ağacı arkasında bırakır.

'Peygamber aleyhisselatü vesselam bu dünyada böyle yaşadı. Ama O'nun böyle yaşadığını bildiğimiz halde, biz böylemi yaşıyoruz gerçekten? Bizim dünyayla ilişkimiz, bir yolcu ve altında gölgelendiğimiz ağaç misali mi? Yoksa dünyaya kazık çakmaya gelmiş gibimiyiz? Bizi gören, şu dünya da bir misafir ve halimi okurdu halimizde? '

Acı ve sert bir yüzleşmeydi....

Böylesi bir halde sığınağım, Rabbimin kelamıydı, Kur'an'daki iki farklı hitap; 'Ey insanlar'.. 'Ey iman edenler'...
Zat-ı Zülcelal,'ehl-i iman'ı öncelikli muhatap olarak alıyordu, Kur'an-ı Hakimin de; bir kez 'ey insanlar' diyorsa altı kez 'ey iman edenler' hitabını kullanmasında elbette bir hikmet vardı. Al-i İmran, ayet 110, bu hikmetin anahtarıydı. 'Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz' diyordu ayet. 'En hayırlı ümmet,' üzerinde en fazla titrenen, en fazla titizlenen, en fazla dikkat edilen, uyarılan ümmet de olacaktı elbette. Zira, bir bütün olarak insanlığın ilahi davete dikkat kesilmesi, bu davete el'an icabet etmiş olanların hayatlarında gösterdikleri duruşla ilgiliydi.
! ! ! ! Gözü fıldır fıldır dünyayı tarayan bir mü'min, hangi gafili ahiret iklimine çağırabilirdi ki? Eli ayağı dünyaya koşan, üstü başı dünyalık taşan bir mü'min'in ağzı ' Dünya hayatı bir aldanış metaından ibaret değildir' gerçeğini bin kere söylese insanlığa, kime nasıl tesir eder ki?
! ! ! ! Bilakis imanların güzelliğine davet, mü'minlerin imandaki güzelliği üzerlerinde yansıtabilme kabiliyetiyle ilintiliydi. Ancak tecrübe edilmiş bir güzellik ve bir gerçeklik cezbederdi insanları.
O halde, bu dünya fani ise eğer, mü'minde bunun eseri görülmeliydi. Bu dünya bir misafirhane ise eğer, en başta ehl-i imanın hayatlarında bu mana tahakkuk etmeliydi.
Ehl-i dini söylem ile eylem arasında açılmış mesafenin izalesi için yüzleşmeye davet ediyor.

DÜNYA SEVGİSİ, kudsi nebinin ihbarıyla, bütün hataların başıydı çünkü. Onun kendisinden sonraki zamanlara dair hadisleri mü'minlerin 'darlık'la değil, 'varlık'la sınanacağı çetin imtihanları haber veriyordu. Nitekim, 'Allah'a yemin olsun ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum' demişti kudsi nebi. 'Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum' diye de eklemişti.
'Vallahi ben artık sizin benden sonra şirke düşmenizden korkmuyorum. Fakat sizin dünya hususun da birbirinizle rekabete girmenizden korkuyorum' buyurduğu bir hadiste vardı.

Böylesi hadisler, en kolay bilinen şeyin, en çabuk unutulduğu, en yalın gerçeğin en ziyade üstünün örtüldüğü bir 'kapanma' haline, bir gaflet durumuna, biz zihin ve bir gönül tıkanıklığına karşı uyarıyordu bizi.

DÜNYA HAYATININ mahiyeti idrak için, tek başına bu ayet yeterliydi aslında. Her insanın dünya hayatındaki temsili, yağmurun bitirdiği bir otun temsili değilmiydi? Bir bahar vakti çimlenip boy veren bir ekin gibi, anne karnından dünyaya geliyor, gün gün gelişip semirerek bebeklikten çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten olgunluğa doğru yol alıyor, öyle ki göreni imrendirir bir görünüme, bir kıyafete, bir gelire, bir imkana kavuşuyor., ama sonra sararıp solan bir ekin misali ihtiyarlığa duçar olup dünyadan göçüp gidiyorduk.
! ! ! ! Ama bu göçüp gidiş hengamında, bir telaş, bir koşuşturmaca içersinde niceleri daha neler olup bittiğini anlayamadan son bulmuştu ömür sermayeleri. Okul yılları, sınavlar, takdirnameler, birincilikler, iş arayışları, evlilik, çocuklar, iş arayışları, evler, arabalar... derken, faniliği üzerinde ciddi ciddi hiç düşünülmese de gelip toslanan yer 'Dünya fani! ' gerçeğiydi.

SONRA DA DÜNYA olanca ağırlıyordu üzerimize, çöküyordu işte. Altta kalmayalım derken, altta kalıyorduk. Dünyalıkla övünme yarışına girdiğimiz andan itibaren, üstte kalsak da altta kalsak da eziliyorduk. Söylem - eylem uyuşmazlığı, inandığı gibi yaşayamama ikilemi eziyordu en başta bizi.

! ! ! Uğrunda ömür tükettiğimiz bu dünya Allah katında, Allah katında bir ehmniyeti olsa, kafirlerin bir yudum suyunu bile içemeyecekleri fani dünya değilmiydi? Uğruna birbirimizle yarıştığımız bu dünya, Allah katında bir sinek kanadı kadar ehmniyetsiz değilmiydi? Uğruna birbirimizle yarıştığımız bu dünya, Allah katında bir sinek kanadı kadar ehemniyetsiz bir dünya değil miydi?
'Ben bu dünyayı ne yapayım! ! ! ! '
Ama bizim halimiz, bu sözüne karşı Hz.Peygamber'e haşa ' O halde bize ver de, tepe tepe kullanalım' der gibi değil miydi? 'Dünyanın allah katında sinek kanadı kadar bir değeri olsa...' hadisini kulağımız duyarken, içimizden bir ses fısır fısır 'Oysa benim için o kadar değeli ki...' deyip durmada değil miydi?

Neden di bu?

Bir davette en iyi giyiniyor olmak, davete en pahalı arabayla gitmek, en ziyade ilgi çekmek neden cezbediyordu bizi? Neden zordu 'sıradan' olmak? Neden zordu fani dünyadan 'ihtiyaç miktarında' nasiplenmek? Zormuydu açların çok olduğu bir dünyada tokların sofrasına oturmamak?
DİKENSİZ GÜL, sınavsız hayat,bedelsiz iman istiyor gibiydik halimize bakılırsa. Rabb-i Rahim, imanımıza karşılık sınanacağımızı 'malda bir eksilme' ile de sınanacağımızı buyurduğu halde, sınanmaya talip değildik. O yüzden gerek gördüğümüz de faizli ilişkiye, ahde vefasızlığa, yalana, gayr-i meşru görüntüler ile ürünümüzü reklama açık duruyor; bu haramlara tevessül etmemenin bedeli 'malda bir eksilme' ise varsın eksilmesin diyorduk. İsraf haram kılındığı halde, israf için de veya israfın eşiğin de yaşamayı seçiyorduk. Güya ahiret adamları idik, ama dünya konusunda ehl-i dünya ile yarış içersindeydik. Standartlarımız farklı değildi onlardan. Onlara 'köylülük' gelen mütevazi bir yaşantı, bize de köylülük geliyordu. Onların 'statü' atfettiği yeme- içme mekanları bizim de gözdemizdi. Onların giyindiği marka bizim de tercihimizdi. Onların alışveriş etiiği mekanlar, bizim de alışveriş yerimizdi.

! ! Ama kılıfı da hazırdı. Kimisi, 'İslam'ın izzetini korumak' için yapıyordu bunu. Müslümanında zevk-i selim sahibi olduğu bilinsin, mü'minler hanzo ve kıro görülmesin, ehl-i dünyaya tebliğde zorluk çekilmesin diye yapılıyordu.

Hz. Peygamber ashabına 'Sizin için korktuğum şeylerden birisi, dünyanın süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır! ' demişti.
Dünyalık yarışının, velev ki ehl-i din olsun, insanı alıp içine savurduğu dipsiz kuyu bu değilmiydi? Hz. Peygamber gibi 'Ben bu dünyayı ne yapayım? Ben ve bu dünya, yolcu ve altında gölgelendiği ağaç misaliyiz' diyemedikten sonra, iş dünyalık yarışına varıyor, o yarışta bizden bir gömlek daha üstüne hep rastladığımız için de kaç sınıf atlasak, kaç elbise yığsak, bir elbiseye kaç para saysak, en iyi markanın en iyi modelini alsak, 'yine, yeni, yenisi' derken, yiyen ama doymayan insanlar olmuyormuyduk?

Üstelik, bu yarış içinde israftan faize, ahde vefasızlıktan haram unsurlarının alışverişte istimaline bir dizi açmaza düşüyor; ve onca dünyalık derdi içinde, aslolanı,olması gerekeni ya hepten unutuyor, yahut ruhumuz duymadan, usulen yapıp geçer hale geçiyorduk.

Oysa ki, Nur suresinin o güzelim nur ayetinin hem ardındaki üç ayet, bu 'nur'un adresini şöyle bildirmekteydi bize:

'Bu nur, Allah'ın içlerinde şan ve şerefinin yükselmesini, O'nun ismini zikredilmesini istediği evlerdir. O evler de sabah - akşam O'nun için öyle erler tesbih eder ki, ne bir ticaret ne de alışveriş, onları Allah'ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dürüldüğü bir günden korkkarlar. Nihayet Allah, yaptıklarının en güzeliyle onları mükafatlandırır. Ve fazlından fazlasını da verir. Çünkü Allah istediğine hesapsız rızık verendir.' (Nur suresi, ayet: 35-38)

Bir sonraki ayette ise, bu 'nur'dan mahrum olup, dünyanın fani yüzüne takılıp kalanların tarifiydi:...'Yaptıkları işler, düz bir arazide görünen bir serap gibidir. Susamış adam onu su sanır, tâ onun olduğu yere gelir, hiçbir şey bulamaz. Fakat Allah'ı yanında bulur. Allah da onun hesabını görür.'
O yüzden, temelini sağlam yere kurmalı, fani dünyanın fani dünyalığıyla ömrünü heder etmemeli insan. 'Temelini Allah'tan korkmak ve O'nun rızasına kuran mı daha hayırlıdır, yoksa temelini kenara kaymak üzere olan bir vadinin üzerine kuran ve cehennem ateşine sürüklenen mi? ' (Tevbe suresi, ayet: 109)