Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
'Andolsun o harıl harıl koşan (at) lara, o çakarak ateş çıkaranlara, sabahleyin baskın yapanlara, derken arada (ayaklarıyla) tozkoparanlara, bununla bir topluluğun ortasına dalanlara. Muhakkak insan Rabbine karşı nankördür. Hiç şüphesiz o buna hakkıyla şahittir. Gerçek o, mal sevgisinden dolayı pek katıdır. Hala o (hakikatı görüp) bilmeyecek mi? Kabirlerin içindekiler(eşilip) çıkarıldığı zaman, göğüslerde ne varsa onlar da derlenip toparlandığı (zaman) . Hakikat o gün Rableri onlar (ın her halin) den elbette tamamıyla haberdardır.' (100/Adiyat, 111)
Bu sûrede, insanın gözünün önüne savaş sahnesi canlandırılmakta, iman kuvvetinden mahrum olan boş ruhlar hatırlatılmakta ve adeta uyandırılmakta ve uyarılmaktadır.
Âdiyat Sûresi'nin birinci âyetinden beşinci âyetine kadar ki bölüm için, müfessirlerin bir kısmı mustaz'aflara saldıran düşmanlar olarak ele alıyor. Bir diğer kısmı da inananlar topluluğunun düşmana hücumunu anlattığını izah etmeye çalışıyor.
Yaşamakta olduğumuz, küfrün hakim olduğu cahiliyye asrında her iki açıdan ele alabilmemiz mümkündür.
Düşmanın saldırısı olarak ele alırsak, tağutların hakim olduğu yeni dünya düzeninde, zulme uğrayan ezilen, sömürülenler açısından doğru isabette bulunmuş oluruz.
İnananların gaflete daldığı, mal, mevki sevgisine düştüğünden bu yana, dünyanın dört bir tarafında Müslümanlara (ve mustaz'aflara) baskınlar yapıldığını, bir topluluğun ortasına dalarak, o topluluğun darmadağın edildiğini gözler görerek yaşamaktadır.
Âyet'te, harıl harıl koşanların atlar olduğu belirtilmektedir. O zamanlarda savaş aracı olarak kullanılan atlar, develer veya fillerdi. Zamanımızda fillerin yerini tanklar almıştır, kılıçların yerini silahlar, kaleşnikoflar, atların yerini cipler, ebâbillerin yerini helikopterler, uçaklar almış durumdadır.
Teknolojinin ilerlediği çağımızda,''o çakarak ateş çıkaranlara'' âyetinin mânâsı daha bir netlik kazanmış durumda. Kıvılcımlar çıkaran etrafa ateş saçan savaş aletleri! .....
Bu aletlere sahip çağın zalimleri, zayıf bırakılmış inananlar topluluğuna vahşice saldırmakta, her girdiği beldelerde ortalığı birbirine katmaktadır. Kâh aşikar olarak, kâh sinsice ilerlemekte, sinsice olarak teknolojiyle bütünleşmiş dünya malını, kalplere, hayatlara sokmaktadırlar.
Cenâb-ı Allah (c.c) , insanoğlunun emrine âmâde olması üzere, toprağın altında bulunan demiri yarattığını ve bunda insanlar için faydalar bulunduğunu Hadid sûresi'nin 25. âyetinde mealen şöyle belirtir; ;
'........ ve, kendisinde hem sertlik, hem insanlar için faydalar bulunan demiri indirdik...'
Hemen hemen demirin kullanılmadığı eşya yok gibidir. Dünyevî eşyalar için zarurî bir ihtiyaç olarak görülmekte ve faydalanılmaktadır. Aynı zamanda savaş aletlerinde de kullanılan zarurî ihtiyaç olduğu malum... Demiri ustaca kullanarak savaş aletleri hazırlayan batı âlemi, bu aletleri her şekliyle ve her yönüyle yenidünya düzeninde, tüm dünyada tek söz sahibi olmak için kullanmaktan çekinmemektedir.
Allah (c.c) 'ı, kanun koyucu yegâne Rabb ''olarak kabul etmeyen, ''insanlara, Yaradan değil, biz hükmederiz'' diyen çağın firavunları, ekonomik ve kültür emperyalizmini gerçekleştirmekle yetinmeyerek, tıpkı daha önce yaşayan hem fikir zalimler gibi, ellerindeki bütün savaş aletlerini mazlumlar üzerinde kullanmakta ve bundan zerre kadar vicdani rahatsızlık duymamaktalar. Yaradan Rabbine karşı nankör olan insandan, kullara karşı insan hakları veya saygı elbet beklenemez.
Kendisi içim fitne sebebi olan mal sevgisinden dolayı, hem dünyasında iktidarı kaybetmiş, hem de ahiretini mahvetmiş olan Müslümanlar artık gerçekleri görmeli, hakkı ve batılı ayırt etmeli zafere ulaşmanın yollarını aramalıdır. Yeryüzünün halifesi olmakla görevlendirilen ve kendilerine ciddi boyutlarda sorumluluk yüklenen Âdemoğlu, tağutu reddederek, Melik'imiz olan bir Allah(c.c) 'ın hükümlerini tüm yeryüzüne hakim kılmak, barışı yalnız Allah adına sağlamak için cihada soyunmak zorundadır. Gayri İslami hükmeden şeytan ve şeytanilere karşı, hor ve zelil bir halde teslim oluncaya kadar mücadele vererek tüm kollarını kırmalıdır. Bunun için önce sağlam sarsılmaz iman ve imanının gereği salih ameller işlemek kaçınılmaz sorumluluktur.
'Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (müstaz'aflara) lütufta bulunmak, onlatı önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.' (28/Kasas, 5)
Zalimler tarafından her türlü saldırılara maruz kalan müstaz'aflar, Allah'ın izniyle, belki yarın, belki yarından da yakın uyanacak, güç olduğunun farkına varacaktır.
'Üzülmeyin, gevşemeyin. Eğer inanıyorsanız en üstün sizsiniz.' (3/Al-i İmrân,139)
Üstünüz, fakat üstün olduğumuzun farkında değiliz. Güçlüyüz, fakat güçlü olduğumuzun farkında değiliz. Allah Teâlâ (c.c.) bizi nimetlere gark etmiş, farkında olmaksızın, cahilce nankörlük etmekteyiz! ... Ahiret âleminde bu nimetlerin hepsinden sorulacağız:
'Sana, andolsun, o gün elbet ve elbet size nimet(ler) sorulacaktır.' (102/Tekâsür, 8)
Bir imâmet çatısı altında toplanmak, Rabbimizin nimeti ile bir vücudun âzâları gibi birleşmek daha sonra yaratıcının faydamıza yarattığı demiri tıpkı Ashabı kiram gibi keşfetmek zaruret olmuştur.
Yeryüzü âdeta, Allah'ın salih kullarının iktidarlığını özlemektedir:
'Andolsun Biz, zikir (Levhi Mahfuz veya Tevrat) dan sonra Zebur da da: ''Hiç şüphesiz arza salih kullarım vârisi olacaktır.'' diye yazdık.' (21/Enbiyâ, 105)
Demiri keşfeden muttaki muvahhid müslümanlar, küfrün ordusuna karşı şerefli bir cihada soyunmalıdır.
'Müşrikler size karşı nasıl kitle halinde savaş açıyorlarsa siz de onlara karşı kitle halinde savaşın.' (9/Tevbe, 36)
Atların yerine tanklarla, ebâbillerin yerine uçaklarla, kılıçların yerine silahlarla vazifesini üstlenmeli ve cesurca şeytanın ordusunu hezimete uğratmalıdır.
'Size saldıranlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın.' (2/Bakara, 30)
Kur'an'ın ve Müslümanların hür olmadığı, tutsak yaşadığı beldelerde rahat yaşamak, dünya malına dalmak Müslüman yakışmaz. Kur'ân, özgürleşmedikçe; iman, kalpte gizli (tutsak) kalmaya mahkûmdur. Bu dâvâ hak dâvâ, bu yol direniş yoludur. Zalimlerin saldırıları sonucu sinmek veya darmadağın olmak, mü'min erkek ve mü'min kadınlara yakışmaz.
Mü'minler, gevşememelidir. Gevşemezsek, zafer bizimdir. Yeter ki eğilmeyelim...
'Sakın boyun eğme. Secde et ve yaklaş.' (96/Alâk, 19)
Bir kısım Müslümanların,''İslam'da cihad müdafa hakkıdır'' diyerek gayri islâmi bir düşünceyi İslâm'a mal etmeleri yanlış bir düşüncedir ve açıklamaya ihtiyaç vardır.
Allah'ın hâkimiyetini gasp edenlere karşı cihad, fitne kanun ve zalim yöneticilerden eser kalmayıncaya kadar, bizzat yaradan ve hükmeden Allah(c.c.) tarafından hükmedilerek farz kılınmıştır.
Bu konuda tarihçi yazar İhsan Süreyya sırma şunları açıklamaktadır:
[''İslâm müdafa dinidir, kılıç dini savaş dini değildir, gibi sözler, ne İslam'a bir yarar sağlar, ne de İslâm karşısında olanı İslam'a çeker!
Böyle görüşler İslâm'ın ruhuna da aykırıdır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
'Mü'minlerin özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla savaşanları,derece itibarıyla,oturanlardan çok üstün kıldı.....' (4/Nisa, 95)
Hz. Peygamber (s.a.v) , müdafaa yaparak Mekke'yi fethetmediği gibi, İran'ı fetheden Sa'd b. Ebi Vakkas ve İstanbul'u fetheden Fatih sultan Mehmed'de müdafaa savaşı ile yapmadılar fetihlerini...
Şayet Allah yolunda cihad, gayri insani olsaydı, insanı yaradan Allah (c.c.) ve merhamet numunesi olan, onun Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) cihadı emretmezlerdi.'' ](1)
İslam'da cihad, Allah'ın rububiyyetini gasp edenlere karşı yapılır. İnsanlara hükmedenlerin,fitne,fesat bozgunculuk yaparak ortalığı toza dumana kattıkları malüm....
En'âm sûresi, 57. âyet hükmü gereğince Hakimiyet Allah'ındır. Önemsiz bir dünya malı için hırsızın elini kesen İslam, çok daha önemli olan Allah'ın hakimiyetini çalan hırsızların (gaspçıların, işgalcilerin) kellesini kesmeyi, şer'an cihad yoluyla emretmiştir. Mesele bu kadar açıktır.
Asrın zalimlerini, Ebu Cehillerini, küfrün kan denizinde boğmak, ebter kılmak, imanımızın terk edilmez borcudur. Tağuti düzenlere karşı konulacak tavizsiz tavır, imanımız için en şerefli cihadımızın başlangıcı olacaktır...