Dersimin Türküsü Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Bülent Aydınel
Alan:   Grup:Dersimin Türküsü
Tarih: 17.09.2012 19:45
Konu: DEM BU DEMDİR DEM BU DEMDİR DEM BU DEM -yeni-

Yorgun bahçelerden geçtim
Kıpkırmızı demetlerden
Eski tesbih taşlarıyla gezdim avlularda
Tellerden ve duvarlardan ağrılı düşler devşirdim
Gözlerim yandı ay ışığından
Kanyonlardan düştüm
Serin sokaklar aradım
Kurulmamış saatler
Meçhul yalnızlıklara adadım ömrümü
Çok direndim kendime
Kendimle çok direndim
Çöllere sığmaz bir gezgindim

Sen o zaman güle gül diyordun

Sonra görülmüştür oldu mektuplar
Ufuk çizgisinin rengi değişti
Sabırlı coğrafyalar gibi
Korkunç adımlarıyla sırılsıklam yağmurlar gezdi
Saza tel yetmez oldu manşete düş
Seyircisiz bir devri tamamladık kan revan

Sen o zaman slogana slogan diyordun

Tebessümü yazdık
Tevazuyu es geçmeden
Ne kantarlarla tartıldı biriktirdiklerimiz
Topu topu on beş yıldır tanışıyorduk
Halk hikayelerinden sızdığımızı söylediler
Ceplerimizde yarin saçları

Sen o zaman şiire şiir diyordun

Mavi ıhlamurların altından
Masum çağlayanlar akardı
Kurumuş dudaklarımızı ıslatırdık
Çıplak ayaklarımız donardı
Sabahı beklemek zelzeleydi
Dostlar geceye sözler söylerdi
Gece onları not defterine yazardı
Sabaha karşı hep beraber okurduk

Sen o zaman yarına yarın diyordun

Çok kırlangıç çok çatak çok yolcu çok cehennem
Çehresi belirgin bir karanfil serüven
Ne zaman büyüdüler ne zaman serpildiler
Dün çiçeğe durmaya daha çok var diyenler
Çok eylül çok akşam çok bilmece çok diken
Tarihle yıkanıp yarın kuşanıp gelen
Bir masalın dibinde oturup konuştular
Ne sorduysak hepsini teker teker bildiler

Sen o zaman Zülfikara Zülfikar diyordun

Şu dağların yamacında
Bir gülüm kaldı ucunda
Sana bir selam gönderdim
Saçları dar ağacında

Yıldızlar akardı mahçup suratlarından şarkıların
Budanmış dallar gibi kuru ve kırılgan kalırdı ayak seslerimiz
Matem ritminde göz yaşı mülkiyetinde çağrılmamıştı henüz
Fidanı dikerken buluttan diledikleriniz

Sen o zaman hasata hasat diyordun

Gelincikler
Sırat Köprüsü
Mukavim bir savaşçı
Deli taylarla gezen yılkı kaçkını bir davacı
Meşru müdafaadan hükümlü gayr-i meşru yasalar
Sahilde deniz atları ormanda yarasalar
Dalgalar vururdu ağaç diplerine kadar
Tanıdık bir yüz bile görmedik bölüp ekmeğimizi verelim
Yürüdük öyle yorgun
Uzun yollara düşmüş uzun sakallar gibi
Yeni bir efsaneye ilk kez bakanlar gibi
Üç telli sazın ritminde üç kez çakanlar gibi
Suçumuza müebbet istediler
Çarmıhta cadı yakanlar gibi

Sen o zaman kitaba kitap diyordun

Yok içinde var bizdeydi
Namus ile ar bizdeydi
Yarin kara gözü diyen
Cümle kitaplar bizdeydi

Küfrü telmih ile zamana sığdırır onlar
Anlamazsın gayrının sen olduğunu
Ayraç içinde kalır kadınlar
Fotoğrafların şaire benzediğini
Elektrik kesilince anlatırlar
Ellerin sana benzemeyen bir sureti ezberlerken
Üzümden ve lal esmer sohbetlerden düşmek için erken

Sen o zaman cümbüşe cümbüş diyordun

Bir ömre kaç cehennem sığar oğul
Diyordu annem
Bir şiir kaç kere tutuşturulursa diyordum ben
Varoşların rutubet kokan matemlerinden artmak için
Laciverdi bin tonuyla yaşarken gecem
Yeni bir kitabın kapağını açar gibi
Dem bu demdir dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Sen o zaman isyana isyan diyordun

Aşktan gayri özüm yok
Sevdalıya sözüm yok
Ben yari yarde sevdim
Başkasında gözüm yok

Öyle bir sevdayla koyulduk yola
Ay ışığı senin saçlarından doğuyordu
Köhne bir köşede ilk sevinç son nefreti kovuyordu
Kakülün gamzeyi buluşu gibi
Zeybeğin heybetle duruşu gibi
Beş parmağın kenet oluşu gibi
Say ki canımdan can doğuyordu

Söyle şimdi
Ne diyordun o zaman

BÜLENT AYDINEL