Dersimin Türküsü Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Şeyhmus Közgün
Alan:   Grup:Dersimin Türküsü
Tarih: 17.02.2012 00:28
Konu: BAKLA (ÖYKÜ) Şeyhmus Közgün

Bulutlu bir gündü. Rüzgârın uğultusuz yankısı boşluğa çarpıyordu. Çevrede ses yok, kuşlar da boş yere kanat çırpıyor gibiydi. Martı kasabasındaki evler, arabalar öylece sıralanıyordu. Doğaya sinen hazan, ağaçlarda hüzne dair yansımalar oluşturuyordu. Kuşluk vaktiydi. Yatak odasında esneyip gerilmen bile can sıkıcıydı. Yatağın kenarındaki zile birkaç kez dokundun. Hizmetçilerin uyandığından haberleri olsun isterdin. İpek pijamaların üzerindeyken yatakta kahvaltı yapmak, günün ilk haberlerini okumak tekrarlanan ahvallerdi. Biraz beklemek yorucu geldi. Daha önce hiç kimseyi bu kadar beklediğin olmamıştı. Öfkelendin. Komodinin üzerindeki antika telefona uzandın. Belli ki ağzına geleni söyleyip haşlayacaktın birilerini. Telefon çalıyordu, oysa kaldıran yoktu. Afallayan bakışlara bıraktın kendini. Odadan çıkıp geniş koridoru adımladın. Merdiven başındaki tırabzana tutundun. Basamaklardan inerken bile yorgun görünüyordun. Üç katlı köşkün en alt, kuytu köşesindeki odada hizmetçiler kalıyordu. Yıllardır o odanın kapısını çalmamıştın. Bu vakitlerde hizmetçiler durmaz çalışırdı. Sende olağanüstü bir durum çağrışımı yaptı. Kapıyı çaldın. Açan olmayınca içeri girdin. Hizmetçiler dışında her şey derli topluydu. Kaçtılar, diye düşündün. İlk aklına köşkün içindeki değerli eşyalar ile içi para dolu kasa geldi. Koşar adımlarla sadece anahtarı sende olan gizli bir odaya yöneldin. Telaşla anahtarı çevirdin. Işığa dokundun. Vitrinlerdeki zümrüt ile pırlanta taşlar, yüzükler, kolyeler yerli yerindeydi. Kasa şifreliydi. Kasanın düğmesini birkaç kez çevirince tık sesi duyuldu. Kolu çekince büyük bir hayal kırıklığı yaşayacağını sanıyordun. Öyle olmadı. Rahatladın. Üç hizmetçiyi de kovacağını kesin kafana koydun. Duş aldın. Elbise dolabında bugün için ayrılmış şık takımı giydin. Verandaya çıktın. Merak ettiğin çok şey vardı. Bahçenin ön tarafına baktın. Ne şoför, ne bahçıvan, ne de başka bir çalışan görünüyordu. İçin içini yedi. Bahçeye çıkıp etrafı kolaçan ettin. İn cin yoktu. Garajda beş araç vardı. Sıfır marka cipine binip kontağı çevirdin, ama nafile. Çalışmıyordu. Diğerleri de çalışmayacaktı. Öfken boşunaydı. Evde de kimseyi bulamayacaktın. Acıktın, kendine hiç servis yapmadığına göre evde değil dışarıda kahvaltı yapacaktın.
Köşkten çıktın. Köşk kasabanın en yüksek tepesindeydi. Uzun süredir köşke kimseler davet edilmemişti. Nedeni bile muamma gelen bir durumdu. Kasabaya indin. Taksi yoktu civarda. Durakta bekleyen bir otobüs gördün. Şoför durağın yakınındaki markete girmiştir diye düşündün. Otobüsün ön koltuğuna kuruldun. Çok bekledin. Oflayıp puflaman bile gereksizdi. Böyle bir sessizlik hayra alamet değildi. Kötü bir oyun mu ya da kader mi? Oyun olması için gerekçe bulamıyordun, kaderini ise unutalı yıllar oluyordu. Kasabaya geldiğin ilk günleri hatırladın. Aradan on beş yıl geçmişti. Belediyede evrak kayıt işlerine bakan bir memurdun. Aldığınla harcadığın birbirini tutmuyordu. Bütçene uygun müstakil bir evde kalıyordun. Evin bir odası vardı. Banyo ile tuvalet iç içeydi, mutfak için de küçük bir bölüm ayrılmıştı. Cana yakın kişiliğin kısa sürede çevre edinmeni sağladı. Bir dönem dostların, sana değer veren arkadaşların, seni her şeyden çok seven bir sevgilin vardı. Her şey böyle rayında gidiyordu. Mutluydun. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Bir piyango biletiyle yüklü bir para kazandın…
Ne gelen vardı ne de giden. Otobüsten indin. Kocaman market sahipsiz bırakılır mı? sorusunda bile endişeli haller belirgindi. Cep telefonuna bakmak gereğini hissettin. Numaralar belliydi. Doktorlar, işyeri sahipleri, müdürler, avukatın ile mühendisin görüştüğün kimselerdi. Rehberde başka da numara yoktu. Çelişkide kaldın. Tuşlara basacak gücü kendinde bulamadın. O civardaki bütün işyerlerini gezdin. Evlerin kapısı açıktı. Birine girip diğerinden çıktın. Kasabada bakacağın yer kalmadı gibi umutsuz bir korkuya kapıldın. Cep telefonunu rast gele tuşladın. Belki de en son çaren oydu. Yanıtsız kaldın, oysa numaraların hepsini sırayla çevirdin. Merakta kalan sorular kıraç topraklarda kalan irili ufaklı taşlar gibi öylece kala kaldı. Son bir gaye ile tekrar durağa yöneldin. Durağa varınca otobüsün ön tarafında büyük harflerle yazılmış bir yazı dikkatini çekti. Göz bebeklerin küçüldü. En korkunç cümleyi hatırla! Şoka uğradın. Dilin lal oldu. Ecelim geldi dedin. Telaşla uzaklaştın. Sonra diğer araçlara, binalara, işyerlerine bir daha baktın. Olamaz diyeceğin vahim bir yazıydı ve her yerde yazılıydı.
Kaç zaman tek başına döndün dolaştın kasabada. Birden birilerine özlem duymaya başladın. Sevmiştin deli dolu, genç bir kızın parlak yeşil gözlerini. Narin ellerine dokunmak duygularını coşturmuştu. Birbirinize hiç ayrılmama sözü vermiştiniz. Paranla hemen hemen her şeyi yaparım dediğinde bu kez sen zamana ihanet etmiştin. Dost ve de arkadaşlarının yüzleri belirmeye başladı. Kasaba boş, oysa sen doluydun. Anımsanan anılar, insanlar hasretle kollarının arasındaydı sanki…
Terk ettin evini barkını. Kasabanın çıkışında Hayat köprüsüne geldin. Başını suya daldırır gibi eğildin. Şaşırdın, ürktün, kayıp bir hıçkırık duyumsadın. Hatırla, diyordu suyun berrak yüzeyi hatırla… Başını kaldıramadın. Öylece putlaştı bedenin. Birden hatırladın en kötü cümleyi: Şeytan görsün yüzünüzü! ! ! Sesin suya karıştı. Üstündeki elbiseler sıkıyor gibiydi. Don, atlet dışında hepsini suya attın. Pişmanlığın diz boyu artıyordu. Ağladın dinmedi… Son bir hamle yaptın. Ellerin don ile atlete uzandı. Affedin beni affedin beni affedinnn! .. diye söylenirken birileri seni sarstı. Kov şeytanın yüzünü kov şeytanın yüzünü kov kov... Buğulu gözlerini açtın. Çevrende unuttuğun insanlar vardı. Sevgilin, dostların, arkadaşların… Bu neydi gördüğün? Hayat köprüsündeki bir bakla…




ŞEYHMUS KÖZGÜN